Allah bilinmekliğini istedi ve kendinden kendine seyirle başladı yaradılış.
Her şey ilk önce batında var oluyor. Batında var olduktan sonra sebepler halk edilerek zuhura geliyor; görünür hale geliyor. Buluttan yağmur yağdırıyor; toprakta hava, su birleşiyor, çimenler çıkıyor; ağaçlar büyüyor; besleniyor canlılar, büyüyorlar. Fiiller de, hareketler de önce batında yaratılıyor; sonra onlar da sebeplerle halk ediliyor.
Bir insan, bir ağacın, bir gülün, bir çiçeğin büyümesini rahatlıkla seyredebiliyor. Bu yaradılışta bir sorun yok. Kendi hayatımızla ilgili bir olay oluyor. O olay batında önce var ediliyor; sonra sebepler halk edilerek zuhura geliyor. Yaradılışı insanlar nasıl biliyorlar? Allah yarattı her şeyi; çekildi göklere, oturuyor; oradan seyrediyor; yaradılış da bitti. Yarattı, bitti; karışmıyor bir şeye. Öyle değil. Bu yaradılış, ‘anda’ devam ediyor. Olaylar da fiiler de her an yaradılışta. Bu yaradılışı beğenmezsen ne olacak şimdi? Beğenmediğin an, yaradılışa karşı koymaya başlıyorsun. Bir olay geliyor başına… Batında o olay yaratıldı; zuhura gelmesi için sebepler halk edilmeye başlıyor. Sen şimdi o sebeplere karşı çıkmaya başladığın an, yaradılışa da muhalif olmaya başlıyorsun. Yaradılışa karşı çıkmaya başlıyorsun. Allah’a tam olarak iman etmek demek, bu yaradılışa katılmak demek.
Yaradılışın en önemli perdesi, fiillere takılıp fiilde faal olanı görememektir. Bir anlamda sebeplere takılmaktır. Yaradılış, o sebeplerle fiiliyata dökülüyor. Her neye karşı çıkıyorsan, aslında yaradılışa isyan ediyorsun. Neye uyumsuzluk gösteriyorsan, aslında yaradılışa uyumsuzluk gösteriyorsun; seyre geçemiyorsun.
Allah’ın izni olmadan yaprak bile düşmez, diyor ayette. Allah’ın izni olmadan o yaprak düşmüyorsa bu evrende Allah’ın izni olmadan hiçbir şey olmuyor demektir. Başına gelen olaylar da Allah’ın izniyle geliyor demektir. Onlara isyan ettiğin zaman, Allah’ın iznine, Allah’a karşı çıkmış oluyorsun batında. Bütün bu yaradılışa uyum sağlamak; yaradılışla birlikte yaşamak Allah’a iman etmektir. Öz manada iman bu. Her an yaşarken sebeplere riayet etmek demek, yaradılışa katılıp, anı yaşamak demektir. Allah o sebeplerle emir veriyor. Sebeplere takılmak Allah’ın velisi için edepsizlik olur. Makamların tecellisi de, Allah da bu sebeplerin arkasında.
Bir olay olurken yorum yapıyoruz, akıl yürütüyoruz. Acaba bu doğru mudur, yanlış mıdır diyoruz; boyuna sorular soruyoruz. Karışma, diyor Allah. Zorlaştırma; kolaylaştır, diyor. Kime diyor? Ben, zaten her an yaratıma devam ediyorum, ne karışıyorsun sen benim işime, diyor. Niye zorlaştırıyorsun benim işimi, diyor.
Melamice yaşamaktan bahsediyorum. Melami gibi yaşamaktan bahsediyorum. Yine Melami değil ha! Melami gibi yaşamak… Melami, daha da farklı.
İman etmek? “Ben iman ettim”, yok öyle kolay değil. “Her Fiilde Faal Allah”. Pir almış bunu, bu yaşamacayı ne hale getirmiş; bak ne kadar kolaylaştırmış anlayabilmemiz için. O sebeplerin arkasına geçebilmemiz için demiş ki: Her Fiilde Faal Allah. Ben şimdi böyle uzun uzun anlattım; O, bir cümleyle söylemiş. Pir çünkü, söylemiş. Ama bunu lafta bırakırsak eğer, Allah’ı da lafzi biliriz. Yaşarsak eğer, bunu hayatımıza geçirirsek o zaman Allah ile Allah oluruz. Her Fiilde Faal Allah, diyor. Sebeplerin arkasında olduğunu daha ilk derste söylüyor. Ama biz, sebeplere takılıyoruz. Ya karşı çıkıyoruz ya beğenmiyoruz. Biz ne diyoruz: İşte “La Faile İlla Allah”, sana bir asa. Bu vücut da Kâbe. Bak bakalım, diyoruz; burada Allah’tan başka ne buluyorsan sen, o putlarına giriş, diyoruz.
Şimdi salik gelmiş Hazret-ül Cem makamına; hala bana sebeplerle yaklaşıyorsa ben içimden diyorum ki insan-ı kâmil olarak ona: Hani aklını, sen sıfat makamında bana vermiştin? Niye benim aklımla hareket etmiyorsun, diyorum. Olaylara, sebeplere takılmamız La Faile İlla Allah değil mi? Sebeplere takılmak da La Faile İlla Allah, ama mekri ilahi.
Sebepler batında yaratılmış olan bir olayı halk etmek için, onun zuhura gelmesi için meydana geliyor. Mevsuf sıfatın aynı, ama sıfat mevsufun “aynı”, yani “ayni” değil. Yakın bile değil. Buraya koymuş Allah göresin diye. Sen bakıyorsun, masa görüyorsun; sen bakıyorsun, mobilya görüyorsun; sen bakıyorsun, tasarım görüyorsun; sen bakıyorsun, öğrenci görüyorsun. İşiniz neyse… Hakim görüyorsun, kuş görüyorsun. Ne görüyorsan. Olmadı. Takıldın işte orada. Ne yapmış Pir? “Her Fiilde Faal Allah” demiş, ısındırmış; ondan sonra Sıfat makamında içeri girmeye başlamış. Efal makamında dışarıda idi Allah. Her Fiilde Faal Allah idi. Sıfat makamında ne yapıyor? İlim, hayat, kudret, görme, duyma, irade, kelam… Orada da faal olan, aslında onlar Hak; faal olan Hak ya…
Bir salik sıfat makamını zevk ettiğinde olayların bütününe bakar; ayrıntılara değil. Ayrıntılar, sebeplerdir. Bütününü görür baktığı zaman. Sıfat makamında daha kolaylaştırıyor Pir. Sıfat makamında daha sebeplerin arkasını görmese bile bütünü görerek, yaradılışa katılmış olur. Bunu, ben tamam göremiyorum sebeplerin arkasını, ama bunda bir hikmet var, demeye başlar. Kim? Allah’ın velisi. Neden? Çünkü, Allah velisini celal ve cemal eliyle direkt olarak yaratır. Diğer her şeyi Allah endirekt olarak yaratır, dolaylı yaratır; Allah velisini direkt olarak yaratır. Celal ve cemal eliyle yaratıyor Allah. Nasıl yaratıyor? İnsan-ı kâmilden. Bu söylediklerimi ancak Allah’ın velisi algılayabilir. Siz burada oturup algılıyorsanız, algılamaya çalışıyorsanız, hayatınıza geçirmeye çalışıyorsanız, en azından buraya oturuyorsanız O’sunuz demektir. Az bunlar, işte 124 binle 224 bin arasında bunların sayısı. Direkt yaradılış var: Celal ve cemal eli ile. Sebeplerin arkası La Faile İlla Allah. Daha ilk derste elini ayağını, her şeyini kesiveriyor. Kesiyor, ondan sonra içeri girmeye başlıyor sıfatlardan. İçine giriyor senin. Ya senin hayatına, ilmine, görmene konuşmana kuvvetine… Giriyor bak içine… Buraya girdikten sonra parçalayacak. Kahhar, O. Kahhar. Parçalayacak, yok edecek seni; paramparça edecek. Paramparça edecek bu vücudu, kalmayacak. İşte Zat makamı, işte orası. Neyi parçalıyor? Sebep gördüklerini parçalıyor. Sebepleri. Neyi parçalıyor? Allah’tan başka ne biliyorsan onu parçalıyor. Kahhar, O. Paramparça ediyor bak. Fiilde faaldi. Sıfatlara geldi, girdi içeriye. Hangi tecelligâha girdi? Açana, girdi. Kapalı olana giremez. Zorlama yok. Dinde zorlama yok. Kim açtı, kim talep etti; giriyor oraya. E açtı salik, girebiliyor mu insan-ı kâmil? Yok, boşalttığı oranda. Boşalttığın oranda. Bu sebepler, sebepler var ya sebepler, “dünya” bu sebepler. Bu sebepler, bizi yiyip bitiriyor. Bir tek dışarıda mı? Dışarıda tetikleyici onlar. İçeriye giriyor ondan sonra. Bak bu sıfatlara ne yapıyor içeride? Vehim başlıyor; milyonlarca kurt var, yiyor seni. Her Fiilde Faal Allah. Orada biz bitiriyoruz. Bu sendeki, dışarıdaki sebepleri sende kurgulayan ne? Cüzi akıl. Aklın kurguluyor onları. Halledemedin mi Zat’ta geliyor. Halledemedin mi Cem’de geliyor sana o. Halledemedin mi Hazret-ül Cem’de mürşidini sorgularsın. O da, cüzi akıl da yükseliyor; o akıl da seninle beraber değişiyor hep böyle. Defalarca sohbetlerimde o akıl da seninle beraber yükseliyor, değişiyor demişimdir, defalarca. Çünkü Hazret-ül Cem makamında mürşit kendini koyar talebenin önüne. Hazret makamına gelmiş salik, evliya olmuş artık. Kendini talebenin önüne koyar. Çünkü benim mürşidim kendini koydu benim önüme. Eğer o cüz kalmışsa mürşidinin kendini önüne koyuşunda mahvolursun. Cüz çünkü, algılamıyor küllü. Sorgulama, suçlamaya dönüşür. Kaç tane arkadaşımız Hazret-ül Cem makamında gitti biz irşat olurken. İşte bu yüzden gidiyorlar. Neden mürşit kendini koyuyor önüne? Şimdi Allah ademi yarattı; bütün meleklere, ‘secde et’, dedi ya… Yaradılış devam ettiği gibi bu secde ediş de devam ediyor. Geldi, bir sebepten biat etti insan-ı kâmile. Ne biliyorki biat etti? Secde etti, yani. Çok değerli. Ne diyor ayette: “…insanoğlu gelir, ama cahilliğinden ve zalimliğinden…” Pekiyi secde ediş, tam secde ediş, o mudur? Hazret-ül Cem makamında doğdu salik insan-ı kâmilden; yetişti, büyüdü. O zaman insan-ı kâmil, kendini ortaya koyuyor; seccadeyi atıyor önüne: Diz çökeceksin, diyor. O yüzden giden gidiyor işte Hazret-ül Cem makamında. Hoş, o gidenler zaten hiç gelmemişler mesleğe. Mürşit, yetişmiş; doğmuş, büyümüş olanı tekrar secde ettiriyor. Peygamber meşrepli olan tekrar secde ediyor. Firavun etmez. İnsan-ı kâmil kendini ortaya koyuyor, önüne atıyor bir daha seccadeyi. İnsan-ı kâmil ne yaparsa irşat için yapar. Çünkü onun işi, irşat etmek. O, insan-ı kâmil; belgelenmiş gelmiş. Gelebileceği daha üst nokta yok zaten. Ne yapıyorsa irşat için yapıyor. Sıfatlar bozuksa, işte orada yargılıyorsun insan-ı kâmili. Sen mi yargılıyorsun? Yok. Firavun var içeride; o yargılıyor, onun işi o. Sıfat makamında daha sebeplerle uğraşıyoruz. İnsan-ı nakıs diyorlar orada. Nakıs; daha eksik. Ondan sonra da Zat makamına geldi mi salik, artık insan-ı kâmil. Bitti… Efal’de iki defa; bir zahir, bir batın insan-ı kâmile söz veriyorsun: Ben, tamamen sana tabiyim, diyorsun. Sıfat makamında da iki defa; bir zahir, bir batın diyorsun ki: Sen bilirsin, nasıl istersen. Zat makamında da bir zahir, bir batın, iki defa söylüyorsun; toplam altı defa. Altı defa fena makamlarında insan-ı kâmile söz veriyorsun. Beka makamlarında o verdiğin sözleri ne kadar yerine getireceğine bakıyor o da.
Yaradılış, anda devam etmekte. Bu yaradılış, batında var edilmiş olayları görüntüye getirmek için; bizim görebileceğimiz hale getirmek için sebeplerle görüntüye getiriliyor. Sebepler halk ediliyor. Batın, görünmeyen; o görünmez diye bilinen şey, sebeplerin arkasında. Sebepler; milyarlar, trilyonlar… Siz biliyorsunuz kendinizi. Nasıl bakıyorsanız. O yüzden ne diyor insan-ı kâmil? Diyor ki: Ayağını abdestsiz yere basmayacaksın. Her nefeste üç defa Allah diyeceksin. Dersin ne ise onu söyleyeceksin: Allah Allah Allah La Faile İlla Allah… Allah Allah Allah La Mevsufe İlla Allah… Allah Allah Allah La Mevcude İlla Allah…
Her makamı, bu biraz önce söylediklerimi anlatmak adına örnekler veriyor insan-ı kâmil. Makamlar anlamların da ötesinde. Zat makamını istediği kadar insan kelimelerle ifade etmeye çalışsın. Fenafillah olmak; Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine ulaşmak; herhangi bir kelimeyle anlatılacak, herhangi bir cümleyle ifade edilecek bir şey değil ki. Pir bunları, makamları da bunun üzerine inşa etmek adına makamları anlatımlar, anlamlarla ifade etmiş.
Zat makamı, hayret makamıdır. Allah’tan başka hiçbir şey yoktur. Ölü makamdır. Efal makamı, kelimelerle anlatılabilecek bir şey değil ki aslında. Kaf dağını aşmak. Ne yapıyorsun? İşte harflerin içine sokuyorsun, o anlamları küçültüyorsun küçültüyorsun… Hani işte kulağından girsin de anlaşılsın diye. Makamlar bunların ötesinde. Nerede? Bunların ötesinde. Burada: İnsan-ı kâmilde. Böyle, işte o feyz çıkıyor; görünmeyen bir şey o, senin içine giriyor; o değişimi sağlıyor. İşte o feyz, seni kapsamaya başladığı zaman artık dönüşüm başlayacak. E bu dönüşüm nasıl oluyor? İşte Sıfat makamına aşk makamı diyorlar. Niye? Aşık olunca adamın hiçbir şey gözü görmüyor ya. Sebepleri görmesin diye. Şimdi sevdin, bir kıza aşık oldun. Onun yüzündeki sivilceyi görür müsün? Bir adama aşık oldun, diyelim. Onun cebinde para var mı yok mu? Başında saçı var mı? Aşık oldun mu göremezsin ki sen onları. İşte aşık olduğun zaman sebepleri görmemeye başlıyorsun. Sebepler, Allah’ın perdeleri; örtüsü, sivilcileri diyelim. Görmüyorsun, artık o sebepler ortadan kalkıyor. Direkt artık Allah kendinden kendini seyre başlıyor. Ama kolay değil; kolay değil. Bu iş, öyle çok kolay bir iş değil. Sen buna teslim olmazsan olmuyor. Nasıl teslim olmuyorsun? Direnç nasıl gösteriyorsun? O cüzi aklı kullandığın an, soru sormaya başladığın an aklından direnç gösteriyorsun. O yüzden de derler ki: Gittiğin zaman insan-ı kâmil ise o adam, sen onun sohbetinde hiç dünyevi bir şey düşünmüyorsan, ‘tamam’, derler; o insan-ı kâmildir. Dünyevi bir şey düşünüyorsan eğer, o adam konuşurken, -o insan-ı kâmil konuşurken-, belki insan-ı kâmildir de, senin anahtarın onda değildir. Orası, senin yerin değildir.
Sıfat makamını zevk edemediğin zaman, bu gözler nasıl değişecek? Bu gözlerdeki bakış, cüzle bakıyorsan ‘mekri’ olur. Külle bakıyorsan mesele yok. Allah verdi, Allah aldı… Cüzle bakıyorsan, cüzi aklınla bakıyorsan baktığında kadın görürsün; adam görürsün; araba görürsün; para görürsün; kırmızı işaret görürsün; yeşil görürsün… Cüz o; mekri ilahi o. Cüzle bakıyorsun işte. Allah kendinden kendini seyrederken nasıl bakar? Ortada Allah’tan başka bir şey yok ki. Cüzle bakıyorsun, cüzle duyuyorsun. Cüzle duyduğun zaman nasıl duyarsın? Ahmet’in sesi, Mehmet’in sesi… Bu şarkıcıyı beğendim, bunun sesi güzel, bununki kötü. Eşek anırıyor, köpek havlıyor; bunu duyarsın. Halbuki kül, Hak sesi duyar. O köpek havlamasını duymaz. Duyar da onda faal olanı bilir: Hak. Konuşurken ne der oradan? Sen haksızsın, ben haklıyım, demez. O, cüz o. Bu ilmini, bu hayatını, bu kuvvetini nasıl kullanıyor adam? İşte bunlar, işte gider çalışır bir yerde, Allah onu nasıl kullanıyorsa öyle kullanır. Demez ki; bu ilim benim, bu kuvvet benim, ben kazandım, ben yaptım, ben ettim… Eğer seyr-ü sûlüğe geldiyseniz; geldiniz buradasınız; Allah demeye başladıysanız ve hala sebeplerle uğraşıyorsanız; yel değirmenleriyle savaşıyorsanız Don Kişotsunuz. Allah diyeceğiz. Yensen ne olur yel değirmenlerini, yenmesen ne olur? İnanın bu dünyayı elde etmek, yel değirmenleriyle savaşmak demek. Bu sebeplere takılıp, onlarla uğraşmak demek. Zaten salik sebeplere takılıp kaldı mı bak işte cehennemi filan uzakta aramaya gerek yok. Sebeplerle uğraşan, cehennem zaten. Kendisi cehennem. Kendisi yanıyor; git yanına bir de yaklaş, seni de yakar. Bir gidersin yanına içindeki ateşi sana kusuverir. Ne kusar? Ateş. Komşu Ayşe Teyze’yi anlatır. Karşıdaki Fatma Teyze’yi anlatır; onların neler yaptıklarını. Kusuyor işte içindeki ateşi. Ondan şikayet eder; bundan şikayet eder; işyerinden şikayet eder; aldığı paradan şikayet eder. Diyorki Allah’a: Yaradılışındaki hiçbir şeyi beğenmiyorum. Tüh, ne biçim Allah’sın sen, diyor batında. Senin bu yaptığın hiçbir şeyi beğenmiyorum, diyor. Bunu kim der? İşte hayvandan aşağı olan der. İnsan der mi ya? İnsan olmaya çalışan der mi? Arada dese bile eyvah der hemen, ben ne yaptım? Allah Allah Allah La Faile İlla Allah. O tamam, o çok güzel. Şeytan beğenmiyor; kibir var. Diyor ki: ‘Sen yaratıyorsun güzel de bunların hiçbirisini beğenmiyorum. Ben olsam daha iyi yapardım.’ Aynen böyle diyor o adam batınında. Ben olsam daha iyi yaparım, diyor. Ya neyi yapıyorsun ya? Şöyle, “…iki parmağının arasında -ayette öyle anlatıyor- şu kadardın, şimdi de gelmişsin bana isyan ediyorsun”, diyor. Ayette öyle anlatıyor: “İki parmağımın arasındaki bir spermdin sen”, diyor. “Şimdi bana inanmıyorsun, bana isyan ediyorsun. Benim yarattıklarımı daha iyi yapacağım diyorsun.”
Ben bunları, Melami olmak isteyenler için söylüyorum. Böyle olacak, böyle yapacağız. Başka bir yolu yok. Zor mu? Zor. Ehline kolay. Bundan sonra adam diyor ki: ‘Ben Allah’a inanıyorum.’ E Allah sana inanmıyor. Öyle ‘inanıyorum’, ‘iman ettim’; öyle o kadar basit bir şey değil. Sen an be an yaptığı hiçbir şeyi beğenme; ben daha iyisini bilirim, daha iyisini yaparım, de; ondan sonra: ‘Ben Allah’a inanıyorum.’ Öyle inanmak kolay… Ama şimdi bak, biz anlatıyoruz burada; her anlattığımız size yeni bir sorumluluk yüklüyor. ‘Öyle yaşamak’ durumu zuhur ediyor.
Melami’nin Allah’ı da peygamberi de mevhum değil, mevcuttur. Çok büyük laf: Mevcuttur. Sen mevcut görmüyorsan, göremiyorsan sebeplere takıldın demektir. İyi bak oraya. Mevcut görmek demek, ne demek? Mevcut görmek ne? İnsan-ı kâmilden çıkana da itiraz ettin mi mevcut görmüyorsun demek. O zaman, sen de mevcut değilsin, demektir. Yani daha yaratılmamışsın demektir. Daha o makam, sende tecelli etmemiş demektir. Allah kendinden kendini görüyor ya. Daha yaradılış, yani o makam tecelli etmemiş demektir. Melamilikten bahsediyorum. Bu makamların sonunda ulaşacağımız, varacağımız yer SEVGİ. Başka hiçbir şey değil. Sevgi olacağız. Sevmeyeceğiz. Sevmek de ikilik. Biz SEVGİ olacağız. Çünkü, Allah her şeyi muhabbetten yaratmış. Salik de muhabbetle yaratılıyor. Muhabbetle yaratılan birinde sevgisizlik, samimiyetsizlik olabilir mi? Sevgiden başka hiçbir şey olmaz. O yüzden biz böyle haftada bir defa, iki defa burada buluşup, konuşup; mangalda köz bırakıp, bu dernekten çıkıp gidiyor değiliz. Yok böyle bir şey. Hep anda, makamınla birlikte olduğun zaman insan-ı kâmil hep seninle birlikte. Çünkü insan-ı kâmile mesafe yok. Birlikte olacağız. Birbirimizin yüzüne bakacağız; ALLAH diyeceğiz.
Copyright © 2025 | All Rights Reserved.