Melâmîlik, öğrenilemez ve öğretilemez! ‘Melâmîlik’, ‘Melâmî’ olmak; tamamen insan-ı kâmilin verdiği makamları yaşamakla ilgilidir. O yaşam da ölümün içerisinde gizlidir. O ölümün içerisindeki yaşam zevki; ‘Melâmîlik’ asla ve asla öğrenilemez ve öğretilemez!
İnsanoğlunun bugün de sırrına ulaşmaya çalıştığı, öteden beri pek çok efsaneye konu olan, kutsal kitaplarda da bahsi geçen âb-ı hayata; sonsuz yaşama ya da diğer bir deyişle ölümsüzlüğe ulaşmak için o ölümün içerisindeki yaşamın tadına varmak gerekir. Bahsettiğimiz bu ölüm; “Mûtû kable ente mûtû: Ölmeden önce ölünüz!” hadis-i şerifinin işaret ettiği ölümdür ki ancak makamların yaşama geçirilmesi ile olur. İşte Melâmîlik de bu makamların yaşamıdır! Âb-ı hayat; ölümsüzlük dedikleri Melâmîlik’tir. Bunu ilmen ne anlayabilir ne öğrenebiliriz ne de bir başkasına öğretebiliriz. Ölerek ulaşılabilecek bir şey öğrenilebilir mi anlaşılabilir mi? İlimle, anlamakla, öğrenmekle insan ölmez. Aksine daha çok canlı kalır. “Mûtû kable ente mûtû: Ölmeden önce ölünüz!” hadis-i şerifindeki ölüme götürecek tek şey; insan-ı kâmildeki cezbedir, insan-ı kâmildeki aşktır. O aşk tecelli ettiği zaman o ölüm gelir. O aşk tecelli etmeden alınan ilim, ilim sahibini bencilleştirmekten başka hiçbir işe yaramaz. O ölümün içerisindeki yaşama ulaştırmaz!
Hüccetli bir Melâmî insan-ı kâmiline gelip biat ettiğiniz andan itibaren; onun söylediği her şey, verdiği ders, zikir hepsi ölmeniz içindir. Ölüp mezara mı gireceksiniz? Elbetteki hayır. Peki ne ölecek? Allah’tan başka ne biliyorsanız o ölecek, bilincinizde Allah’tan başka hiçbir şey kalmayacak! Nasıl öleceksiniz? Bu ölüm; ilk derste (Ef’âl Makamı), “Allah Allah Allah Lâ Fâile İllallah” zikri ile fiilde faal olanı seyrederek başlar; ikinci derste de (Sıfat Makamı), “Allah Allah Allah Lâ Mevsufe İllallah” zikri ile mevsuflarda faal olanı seyir ile devam eder ve üçüncü derste de (Zat Makamı), “Allah Allah Allah Lâ Mevcude İllallah” zikri ile Allah’tan başka hiçbirşey olmadığı bilincine ulaşarak gerçekleşir. İşte bu seyre geçmek, ölümle orantılıdır. Seyrettiğiniz oranda öleceksiniz; öldüğünüz oranda da seyredeceksiniz.
Anlamaya çalıştığınız, öğrenmeye çalıştığınız hiçbir şey
Melâmîlik değildir!
Fiilde faal olanın seyri; hiçbir bir kitaptan öğrenilemez, anlaşılamaz. Allah’ı; fiilde faal olanı bir an bile unutmadan seyre geçmek için ölmek; sizi yöneten cüzî aklın ortadan kalkması gerekir. Hiçbir Allah’ın velisinin kitabında Melâmîliği bulamazsınız; yazılanların, anlatılanların tümü bir rehber olması gerekliliğine işaret eder ve sadece, sizi öldürecek olana, insan-ı kâmile yönlendirir. Anlamaya çalıştığınız, öğrenmeye çalıştığınız hiçbir şey Melâmîlik değildir! Anlamak için sorgulamak zorundasınız. Öğrenmek için sorgulamak, irdelemek zorundasınız. İlk derste, “Lâ Faile İllallah; Her Fiilde Faal Allah” diyoruz. Tefekkür edin lütfen, neresi anlaşılacak bunun? Ortada Allah’tan başka bir şey yok ki! “Fiilde faal olanın” neyi anlaşılacak, neyi öğrenilecek? Anlaşılamaz ve öğrenilemez; seyredeceğiz sadece. Tamamen ölmeden, diğer bir deyişle bizi biz yapan kayıtlar tamamen ortadan kalkmadan; Allah’tan başka bir şey olmadığı bilincine ulaşmadan o seyre geçebilmenin imkân ve ihtimali yok!
Sorgulayarak, anlamaya, öğrenmeye çalışarak bir yere varamayız. Allah sorgulanamaz, Allah anlaşılamaz, Allah öğrenilemez, Allah öğretilemez! Anlamaya çalıştığınız sürece fiillerle uğraşırsınız; fiilde faal olanla değil! Makamınızda kalamazsınız, bilgiye ulaşırsınız; ancak bilgi, Allah değildir ve bilgiyle ölemezsiniz. Bilgi sizi canlı tutar, ama aşk; Allah aşkı, öldürür!
Milyarlarca yıldır bu Dünya var. Biz ise 30 yıldır, 40 yıldır, 50 yıldır varız. Bu Dünya, siz anlamaya çalışsanız da var, anlamasanız da var. Allah bildiğini işliyor, size de sorduğu yok. Peki siz bu evrenselliğe, bu seyre geçebiliyor musunuz? Anlamaya çalışmak kafanızı karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Anlamaya çalışan, sorgulayan; cüzî akıldır. Fiilde faal olanı anlamaya çalışmadan, öğrenmeye çalışmadan, yargılamadan, sorgulamadan seyredersek o zaman yaradılıştaki o kusursuzluğu görebiliriz. Anlamaya çalıştığımız yer, öğrenmeye çalıştığımız yer zaten bizim eksikliğimiz değil mi? Eksikliğimiz oranında anlamaya çalışıyor ve öğrenmeye çalışıyoruz. İnsan neyi öğrenmeye çalışır? Öğrenilmeyen veya sorgulanması gereken eksik gördüğü bir şey vardır da onu öğrenmek için uğraşır. Peki Allah’ta eksik bir şey olabilir mi? Allah anlaşılabilir mi öğrenilebilir mi? Bundan vazgeçeceğiz.
Söylediklerimizi anlamaya çalışmaktan, söylediklerimizle bir şeyler öğrenmekten bahsetmiyoruz. Günlük yaşamınızda fiilde faal olanı, sorgulamamaktan; onu anlamaya çalışmamaktan bahsediyoruz. İnanılmaz bir zevk! Bunu bir kez tattığınız zaman tadından yenmeyecek bir zevk! Bir yaşam formu olan o cüzî akıl, sürekli sorgular, anlamaya çalışır. Aklı, ancak akıl ortadan kaldırabilir. O cüzî aklı da ancak küllî akıl ortadan kaldırabilir. İşte o küllî akla (insan-ı kâmile) tabi olduğunuz an, o cüzî akıl yavaş yavaş ortadan kalkar.
Anladım dediğiniz yer, öğrendim dediğiniz yer, oldum dediğiniz yer olumsuz anlamda sizin kıyametinizin koptuğu yerdir. Anladığınız yer, Allah değil! Öğrendiğiniz yer, Allah değil! Oldum dediğiniz yer, Allah değil! Ama o anlama ve öğrenme ve başkalarına anlatma, öğretme inanılmaz tatlı bir şeydir. Oysaki neyi anlayabiliriz ki? Ancak onun isimlerini belki.
Biz sohbetlerimizin sonunda yazılı, sözlü imtihan yapmayız; onu mu anladın bunu mu anladın demeyiz. Anlamak veya öğrenmek için burada değiliz. Başkasına öğretmek için de burada değiliz. Ya niye buradayız? Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine (Fenâfillaha) ulaşmak için. Bunun için de fiilde faal olanı seyre geçeceğiz, seyredeceğiz! Bu seyrin sizi öldürmemesi mümkün değil. Melâmîlik’ten bahsediyorum tabii; Melâmî olmaya çalışmaktan da değil. Bunu öğretmek ya da öğrenilmesi mümkün değil! Bunu tatmayan bilmez. Melâmî ya Allah’tır ya Muhammed’tir! Diğer bir deyişle ya Fenâ makamlarındadır ya Beka makamlarındadır; ya Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine ulaşmaktadır ya o bilince ulaşmıştır ya da ulaştıktan sonra farka geçmiş, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kemâlâtıyla yaşamaya başlamıştır!
‘Fiilde faal olanı’ seyretmeden
Fenâfillâh olamazsınız!
Cem makamında, Yusuf seyri başlar. Yusuf seyri, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) nurunu seyretmektir. Her şey onun nurundan değil mi? Nereye baksanız onun bir yüzü (semmevechullah); onun nurunun zuhura gelmiş hâli, şekillenmiş hâlidir. Anlamakla, öğrenmekle ulaşılabilecek bir yer değildir; kim ki mürşidinde yok olur, bu seyre ulaşır. Mürşidinde yok olabilmek için; Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine ulaşmak gerekir. Ölmeden önce ölecek olan; sizi ‘siz’ yapan, size ‘ben’ dedirten her şey. Bunlar öldükten sonra, Yusuf seyri kendiliğinden ortaya çıkar.
Peki nasıl öleceğiz? Seyrederek! Yoksa, “Allah Allah Allah Lâ Faile İllallah…”, “Allah Allah Allah Lâ Mevsufe İllallah…” deyin 1 yıl, 2 yıl, 3 yıl, 4 yıl, 5 yıl, 6 yıl, 7 yıl, 8 yıl, 10 yıl… İnsan-ı kâmilin yanında kaldığınız sürece size makamları telkin de eder. Devamlı Allah dediniz zikrettiniz, sohbetlere geldiniz, ama seyretmediniz ya da seyredemiyorsunuz… Cemm-ül Cem makamına geldiğinizde bâtında olduğunuz yer Sıfat makamıdır. “Fiilde faal olanı’” seyretmeden fenafillâh olamazsınız! Bu gözler, kendinden kendine seyredebilmek için; bu kulak, kendinden kendine duymak için; bu kelâm, bu konuşma, kendinden kendine konuşmak için, ama muhabbetle. Anlama, öğrenme, öğretme… Bunların hepsi Ef’âl makamı bilincinin altındadır. Daha ilk derste, “Her Fiilde Faal Allah” diyoruz; bunun neresi anlaşılacak, neresi öğrenilecek! Oradan öyle tecelli ediyor, buradan böyle tecelli ediyor, öbür taraftan öyle tecelli ediyor. Neresini anlayıp, neresini sorgulayacağız. Allah’ın ilminde sınır yok! Peki Efendim, aptal mı olacağız? Hayır, abdal olacağız! Abdal; Allah’a ‘abd olmuş’ demektir. Bu seyir hâlinde olan, abdal olur. Ne kadar çok anlarsak ne kadar çok öğrenirsek o kadar çok samimiyetsiz, o kadar çok riyakâr, o kadar çok benlikli oluruz.
Kur’an’ı ezberlemekle seyredebilsek keşke. Hepimiz ezberleyelim bitsin bu iş. 5-6 tane kitabı ezberlemekle o bilgileri yüklenmekle seyredebilsek mesele yok! Muhyiddin İbnü’l-Arabî Hazretleri’nin Fususu’l-Hikem gibi birkaç eserini, birkaç Allah’ın velisinin kitaplarını ezberleyelim olsun bitsin mesela… Okuduk ya kitapları, anladık ve öğrendik ya o zaman gerek kalmadı hiçbir şeye. Öyle mi? Zaten kitaplar var, o zaman Allah’ın velilerine ne hacet?
Neden insanlar geçmişten bu yana âb-ı hayatı arayış içinde? Âb-ı hayat, ölümsüzlük dedikleri; Melâmîlik. Melâmîlik, o ölümün içerisinde. Ölümün anlaşılır bir tarafı öğrenilecek bir tarafı var mı? Sadece kaçınılacak ve ötelenecek bir tarafı olabilir, ölmemek için. Bizim öyle bir derdimiz yok. Ölmeyecek miyiz hepimiz?
Fenafillâh olmuş, gerçekten ölmüş olan sadece ve sadece ‘an’da yaşar. Zamanda yaşamaz ne geçmişte ne gelecekte. Sadece ve sadece anda yaşar. Kader; “fiilde faal olanın” andaki tecellisidir. “Öyle yazıldı da alnımıza yazılı da…” diye bildiğimiz gibi değil. O kadar uzun boyutlu bir şey değil kader. Elbette, Levh-i Mahfuz’da yazılı Ef’âl bilincinin altında olanlar için. Ayette yazıldığı gibi Zat makamına geldiğiniz an, bahsettiğimiz o seyirle ölürseniz Levh-i Mahfuz’dan silinip Ümm-ül Kitab’a; direkt olarak insan-ı kâmile yazılıyorsunuz; Peygamber Efendimize (s.a.v.) yazılıyorsunuz. Fenafillâh olduktan sonra, hayatınız mematınız her şeyiniz onun iki dudağı arasındadır.
Binbir geceden hayırlı ve günü kesin bilinmeyen Kadir Gecesi’ni yakalayacaksınız da bütün günahlarınız silinecek diye söylenenler Ef’âl bilincinin altındakiler içindir. İnsan-ı kâmile geldiniz; ilm-i ledüne geldiniz, silineceksiniz! İlm-i ledün, tüm kayıtlarınızı, tüm olmazsa olmazlarınızı; özetle Allah’tan başka ne biliyorsanız hepsini silmek demektir. İşte o zaman anda yaşamaya başlarsınız, anda insan-ı kâmille. Ef’âl bilincinin altına indiğimiz zaman anla işimiz kalmaz; zamanla yaşarız. Kul olmak, en büyük, en yüksek makamdır (Cemm-ül Cem); evvel, ahir, bâtın, zahir ‘sen’ olduğun zaman. Anda bir olduğunuz zaman ki işte o, kul olduğunuz zaman! Muhammed’e ümmet olabilmek için, Allah’ın kulu olabilmek için; evvelinizi, ahirinizi, bâtınınızı ve zahirinizi birlemeniz; anda yaşamanız gerekir. Başka türlü kul olamazsınız, kül olamazsınız, yok olamazsınız! İşte kul demek; kül olmak, yok olmak demektir; köle olmak değil. Kül ya da küllî olmak, ‘yandım, kül oldum’ demek değil; küll-i iradeye, küll-i akla ulaşmak; kül olmak demektir. Çok yüksek bir makamdır (Cemm-ül Cem); ilimlerin anası üm, ümmet olmak; yani yok olmak.
Her fiilde faal olunca (Cemm-ül Cem), Ehadiyet-ül Cem çok yakındır. Anlamaya, öğrenmeye çalışırsanız Cebrail (a.s.) gibi bir yere kadar gelirsiniz, ondan sonra gidemezsiniz. Miraç hadisesinde Cebrail (a.s.)’in belli bir yükselişten sonra geri kalması ve “Bir adım daha ileri gidersem yanarım!” dediği yerde kalırsınız. Yani bilgi yanar orada; öğrenme, öğretme yanar; içinizde de yanarsınız; soru sormaya, sorgulamaya başlarsınız; geçemezsiniz diğer tarafa; Ehad’ın seyrine geçemezsiniz!
Aidiyet ve Ehadiyet… Aidiyet; bir şeye ait olmak, bu ikiliktir. Bir iş yerine, bir futbol takımına, bir arkadaş grubuna ya da mevhumlaşmış, buharlaşmış Allah’a ait olmak ki en iyi aidiyet de budur. Ehadiyette ise tevhit sözkonusudur, tevhide gelirsiniz. Burada anlaşılacak ve öğrenilecek bir şey yoktur. Zaten oraya kadar bir sürü şeyi anlamaya çalıştınız, anladınız veya anlayamadınız; öğrenmeye çalıştınız, öğrendiniz veya öğrenemediniz, öğrendikleriniz var öğrenemedikleriniz var. Bunlar ehadiyette biter. Beş vakit namaz kıldınız, orucunuzu tuttunuz, hacca gittiniz, sadakanızı verdiniz, iyi insan oldunuz… Bunlar yeterli değil diğer tarafa geçmek için! Bunlar ikilikli olan, aidiyetle ilgili olanlar. Biz ise kul olmaktan, kül olmaktan bahsediyoruz.! Bizim diğerlerine bir lafımız yok, kimseyi küçümsemiyoruz. Biz, ehadiyeti anlatmaya çalışıyoruz; aidiyet kolay. Biz, ehadiyeti; anlatılmayan yeri, anlatılamaz yeri anlatıyoruz! Davud Yılmaz (k.s) Hazretleri sohbetlerinde hep “Bu makamlar apolet değil!” diye söylerdi. Makamlar yok olma yeridir. Orası anlaşılabilir mi öğrenilebilir mi? Makamları yaşayacaksınız! O yüzden sürekli dersinizle, zikrinizle birlikte seyir halinde olmanız gerekir.
Aidiyeti televizyonda izlediğim bir örnekle anlatalım: Bir futbol kulübünün taraftarı, ev kirasını ödeyemiyor, evde çocuğu hasta doktora götürmüyor, ama saatini satıp taraftarı olduğu kulübün maçına bilet alıp gidiyor. Yetmiyor, satırı çekiyor ‘ölmeye ölmeye ölmeye geldik’ diye bağırmaktan kendini paralıyor. Röportaj yapıyorlar bu taraftarla: “Ev kirasını yatırmadım, saatimi de sattım, sabah 5’den beri buradayım bir tane bilet aldım.” diyor ve adam çok mutlu. Bunu övünerek söylüyor. Allah aşkına, bunun neresi anlaşılabilir, neresi öğrenilebilir? İşte biz de tıpkı bu taraftar gibi böyle olacağız. Bir futbol kulübü için değil, Allah için! Ortadan kalkacağız, yok olacağız! Bunun anlaşılacak, öğrenilecek, idrak edilecek bir tarafı yok! Anlamaya çalışırsak, öğrenmeye çalışırsak; bunu hikâye olarak anlatırız. Yaşamaya çalışırsak, anlamadan öğrenmeden o zaman yaşarız; yaşayanlar da hiçbir şey anlatmaz.

Copyright © 2025 | All Rights Reserved.