MELÂMÎLİK HAKKINDA

Melâmîlik; bir felsefe, bir akım, bir ideoloji, bir görüş değil; bir yaşam şeklidir. İşte bu nedenle Melâmîlik; tanımlanamaz, anlatılamaz ve kayıtlanamaz. Sözle harflere sıkıştırıldığında, mânâ değerini kaybeder. Bu nedenle Melâmîlik; anlatılmaz, ancak yaşanır.

Melâmîliği anlatmak adına harflerin içine hapsedilmiş tanımlar, Melâmîlik değildir. Hz. Mevlânâ Mesnevi’sinde şöyle der: “Harf kaptır. Ondaki mana su gibidir, mana denizi de Ümmü’l Kitap yanında bulunan, kendisinde olan zattır.

Arapça “levm” kökünden gelen; kınamak, kınanmak, ayıplanmak anlamlarını taşıyan Melâmet ya da Melâmîlik;-ancak, arayanlara, nasibi olanlara anlatmak adına- “Bir tasavvuf okulu olmaktan ziyade, bir yaşama biçimidir[1].” şeklinde tanımlanabilir.

Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ülArabîHazretleri, “Fütûhat-ı Mekkiye” isimli eserinde Melâmîlik ve Melâmîler hakkında şöyle der:

Allah’ın izniyle Melâmetiler ki bunlara Melâmîler de denir; bu ad dahi lûgat yönünden onlar için zayıf bir kelimedir. Bu gibiler, Allah yolunun efendileri ve önderleridir. Bütün âlemin tek efendisi bunların arasındadır. İşte o büyük efendi de Resûlullah(s.a.v.) Efendimizdir. Dünya evine yarayacak hacetleri dünyaya bırakırlar. Ahiret gününün hacetlerini de ahirete bırakırlar. Eşyaya, Allah’ın baktığı nazarla bakarlar. Gerçekleri birbirine karıştırmazlar.

Melâmîler, velâyetinenüstbasamaklarına varan kişilerdir ki bunlarınüstündeancaknübüvvetbasamağıbulunur. Bu velâyete, KurbiyetMakamıderler[2].

… Onlar hiç şüphesiz Efendilerinin hâlis ve muhlis kullarıdır. İnsanlar arasında yerken, içerken, uyanıkken, uyurken ve konuşurken, devamlı surette Allah’ı müşahede ederler. Onlar, kalpleriyle Allah’tan başka bir mefhumla uğraşmadıkları ve bu şekilde kendilerini korudukları için ilâhî basamaklara varmışlardır. Onların konuşmaları, oturmaları, kalkmaları, bütün yaşantıları Allah iledir. İşte bunlar Melâmîler olup, ricâlin en yükseği, talebeleri de en üstün olan kimselerdir[3].

Allah onların kalplerini mühürlemiştir ki kalplerinde ondan başkası için yer olmasın. Onları sağır kılmıştır ki bütün kelâmlardan ancak onun sözünü işitsinler. Gözlerini perdelemiştir ki onlarla kendisine işaret eden şeylerden başkasını müşahede etmesinler[4].

Allah, veli kulunun kalbini mühürlediği zaman oraya kendisinden başka bir varlık giremez. O, ‘Yere göğe sığmadım, kulumun kalbine sığdım’ buyurmuştur[5].

İbnü’l Arabî’ye göre Melâmî ismi, ne zahitlerden belirli bir gruba ve ne de tasavvuf yolunda veya dinde belirli bir bakış açısına işaret eder. Melâmîler, bütün zaman ve mekânlarda yaşayan, kendine özgü nitelikleri olan ve ortaya çıktıkları durumun vaktine göre sayıları artan veya eksilen ehlullahtan bir grubun adıdır. Ona göre Melâmîler; kalplerinde Allah’tan başka bir varlık olmadığı için bu mertebeye ulaşmışlardır. Onların bütün sözleri Allah’a dairdir. Yönelişleri de onadır[6].

Bu nedenle Peygamber Efendimiz de (s.a.v.) bu zümre hakkında;Velilerimden en gıpta edilenler, Rabbine en güzel şekilde yaptığı ibadetten haz almayan, gizli ve açık işlerinde Allah’a itaat eden, insanlar arasında ibadetiyle tanınmayı istemeyip gözlerden uzak olan, haramlardan sakınanlardır. diyerek adeta Melâmîleri tarif etmektedir[7].

Melâmîler, ayrıca haklarında şu kutsî hadis söylenmiş topluluktur[8]: Benim veli kullarım, benim özel kubbelerim altında gizlidir. Ve onları benden başkaları tanımaz.

Melâmîliği bir yaşam biçimi olarak gören Melâmîler, bu öğretiyi bir yaşam zanaati, bir meslek olarak niteler. Bu nedenle Melâmîliği, “Meslek-i Resul(peygamber mesleği) veya “Meslek-i Celile-i Ahmediye” diye isimlendirirler.

Hz. Pir Seyyid Muhammed Nûr’ül Arabî’den gelen silsilenin hüccet zincirinin altıncı halkasına nail olanÜmit Bulut Efendi Hazretleri de sohbetlerinde ve kitaplarında Melâmî, Melâmîlik tanımı hakkında şöyle der:

 “Melâmî, tarife sığmaz; tarif edilemez. Melâmî ya Allah’tır ya Muhammed’tir! Oldukça iddialı görünse de bu söz tarif edilemez, ama bir şekilde anlatılabilir: Melâmî; Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanıp, sıfatlarıyla sıfatlanıp Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kemâlâtıyla yaşayandır. Bir diğer deyişle Melâmi ya Fenâ makamları ya Bekâ makamları bilinci ile yaşayandır.”

Melâmîlik’te; taassup yoktur. Kalıplaşmış âdetler, kurallar benimsenmez. Melâmî’nin her türlü kayıttan kurtulup, Allah’a rapt-ı kalp olması esastır. Melâmîler, günün; hatta an içinde anın Âdem’idirler[9].

Melâmîlik’te; tefekkür, ibadet niteliğindedir. Onun içindir ki Melâmîlik’te şekil değil, öz aranır. Her şey insana doğru ve her şey insan içindir[10].

Melâmîlik’te; taç, şeyhlik, hırka, zaviye, tekke, dergâh, ayin yoktur[11]. Makam bilinci ile yaşamak esastır.

Melâmîlik’te; muhabbet esastır. Melâmî sohbetlerinde özel bir ritüel ve tören şekli yoktur[12].

Melâmîler, eşyaya Hakk’ın tecelligâhı olarak bakarlar[13].

Melâmîlik ve Melâmîler ile ilgili çok şey anlatılmıştır, anlatılacaktır da. Melâmîler, söylenenler ya da söyleneceklerle değil, yaşamakla ilgilenirler. Her şey anda olup bitmektedir, asıl olan anda yaşamaktır.

Melâmîliğin Tarihsel Süreci

Melâmîlik, tasavvuf tarihinde bir tarikat olmaktan çok tarikatlar üstü ve hatta hemen her tarikata tesir etmiş bir anlayıştır[14], bir yaşam biçimidir.

Melâmîliğin tarihsel gelişim süreci, yaşanılan çağın gösterdiği toplumsal özelliklere göre genel olarak bugüne dek üç ayrı dönemde ele alınmakla[15] birlikte içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda Pîr Ümit Bulut Efendi Hazretleri ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır: Dördüncü Dönem: Melâmîyye-i Ümidîyye Dönemi.

  1. Dönem: Melâmîyye-i KassariyeDönemi:

Birinci Dönem Melâmî Piri HamdûnKassar Hazretleri ile başlamıştır. HamdûnKassar Hazretleri, Melâmî’yi şöyle tanımlar[16]: “Melâmî; batınında bir iddiası, zahirinde de yapmacık ve riyası olmayan, Allah ile aralarındaki sırdan, mahlukat bir tarafa, kendi zahiri kimliğinin bile haberdar olmadığı kimsedir.

İbn-i Münazil, Abu Ali Muhammed Essafaki, El Fûdayıl Bin İyaz, Abu Havas Ömer Bin Salim El Haddad, Ebu Osman Hıyrî, Abdullah Bin Celâl, Şah ŞûcâiKirmâni, Abdullah Bin Muhammed Mürteiş, Zinnun-i Mısrî, Şeyh Yusuf Bin Hüseyin, Beyazıd-ı Bestami, Cüneyd-i Bağdadi, Necmettin-i Kübra, Şemsi Tebrizi, Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Birinci Dönem Melâmî insan-ı kâmilleri arasında yer alır. İlk DönemMelâmileri, Hz. Mevlânâ ile son bulur. Ancak menkıbeleri dilden dile gezer. Yaşantıları örnek alınır.

  1. Dönem: Melâmîyye-i BayramîyeDönemi:

Orta Anadolu’da Hacı Bayrâm-ı Velî ile başlayan İkinci DönemMelâmîleri’ne “Bayramîler” ya da “Bayramî Melâmîleri” de denir. İkinci DönemMelâmîleri’nin doğuş nedeni gibi yaşantıları da İlk DönemMelâmîleri’nden değişik özellikler gösterir. İlk DönemMelâmîleri’nin riyazet, çile, murakabe, mükâşefe, mücadele konularındaki tutumları çok sert ve kesinken İkinci DönemMelâmîleri’nde daha fazla hoşgörü hakimdir[17].

Ömer Sıkkinî Hazretleri, Göynüklü SelehaddinTevi, İnce Bedreddin, Kızılca Bedreddin, Meczup Akbıyık, Sarı Abdullah, Mehmet Bican, Ahmet Bican, İsmail Maşukî, Hamza BâliİkinciDönemMelâmî insan-ı kâmilleri arasında yer alır.

  1. Dönem: Melâmîyye-i NûriyyeDönemi:

Günümüz Melâmiliğinin başladığı dönemolup “Noktacı Hoca” ya da “Seyyid Hoca” diye bilinen Pir Seyyid Muhammed Nûr’ül Arabî’ye nispet edilmiş ve “Melâmîyye-i Nûriyye” diye de adlandırılmıştır[18].

Üçüncü Dönem Melâmîliği, 19. asırda Osmanlı İmparatorluğu’nun Rumeli eyaletlerinde ortaya çıkmış ve Usturumca, Üsküp’ten tüm dünyaya yayılmıştır.  Bu dönemde Melâmîlik, Kutb-ulAktâb Hz. Pir Seyyid Muhammed Nûr’ül Arabî tarafından asrın şartlarına göre sistemleştirilerek, taliplilerine makamlarla “Meslek-i Resul” olarak anlatılmıştır. Bu özelliği ile Birinci ve İkinci DönemMelâmîleri’nden ayrılır.

Melâmîliğin9. yüzyıldan bu yana pek çok kimse tarafından benimsendiği, bu ekolün sufi tarikatlarını da az çok etkilediği ve vahdet-i vücud akidesi ile bütünleşerek günümüze kadar gelip Türk-İslam kültüründe önemli etkileri olduğunu söylemek mümkündür[19].

  1. Dönem:Melâmîyye-i Ümidîyye Dönemi:
    21.
    Yüzyıl insanına Melâmîliği; Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile özdeşleşen evrensel kemâlâtı, Hz. Muhammed’in dinini anlatmaya ve aktarmaya; hüccetinde yazdığı gibihakikat-i Muhammediye’yi ve sırr-ı Melâmeti talim ettirmeye devam eden ve çeşitli alanlardaki eserleri ileMelâmîlikle ilgili ilmî ve kültürel birikime katkı sağlayarak; toplumsal ve evrensel kemâlâtın yükselişine hizmetlerini sürdüren Ümit Bulut Efendi Hazretleri, yenilikçi, modern, çağdaş, reformist yaklaşımları ile Melâmiliğin Dördüncü döneminin öncüsü ve Pîridir.

Dönemlerinin Pîri kabul edilen insan-ı kâmillerin hayatlarına ve hizmetlerine bakıldığında Pîr Ümit Bulut Efendi Hazretleri’nin de zamanının çağdaşı olduğu, hakikat bilgisini çağının özellik ve gerekliliklerine göre güncelleyerek talep edenlere aktardığı, tıpkı diğer pirler gibi Allah’ın velilerinin eserlerini şerh ederek bu eserlerdeki kâdim tebliği sürdürdüğü görülecektir. Bu yüzyılın piri olma niteliklerinin Ümit Bulut Efendi de toplandığını işin ehli ve tarih kuşkusuz takdir edecektir.
Bu dönem Melâmîyye-i Ümidîyye Dönemi olarak tarihteki yerini alacak ve Pîr Ümit Bulut Efendi Hazretleri yaptığı hizmetler ve yetiştirdiği talebeleri (Ümidîler) ile sonsuza dek anılacaktır.

[1]Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü

[2]Davud Yılmaz, İnsan-ı Kâmil ve Sırları,2007, s.70

[3]İbn’ül Arabî, Futûhât, c. I, s. 182; c. III, s. 35

[4]İbn’ül Arabî, Futûhât, c. I, s. 115

[5]İbn’ülArabî, Futûhât, c. II, s. 136

[6] Ali Bolat, “Muhyiddin İbnü’l-Arabî’de Melâmet Tasavvuru”, İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü’l-Arabî Özel Sayısı-2), [2009], sayı: 23, s. 457-469

[7] Bolat, a.g.m, s. 457-469

[8]Mehmet Hakan Alşan, Hamzevi Melamiler Melâmet Hırkası, İkinci Kuşak Horasan Erenleri, Karakutu Yayınları,2007, s.17

[9]Yılmaz, a.g.e., s.68

[10]Yılmaz, a.g.e., s.68

[11]Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetilik,İnsan Yayınları,2003, s.25

[12]Bolat, a.g.e., s.25

[13]İbn’ül Arabî, Futûhât, c. II, s. 16.

[14]Ali Bolat, “Melamilik”, TÜBİTAK Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Tübitak Bilim Yayınları, 3. Cilt, 2. Basım, s.979

[15]Yusuf Ziya İnan, İslam’da Melamiliğin Tarihi Gelişimi, 1976

[16]Yılmaz, a.g.e., s.49

[17]Yılmaz, a.g.e., s.53

[18] Bolat, a.g.e., s.979

[19]Osman Türer, Melamiliğe Dair, Türk Kültürü Araştırmaları, Aralık 1985, sayı: 39, s.25/51