Herkesin içinde kadınsa koşan bir kadın; erkekse koşan bir erkek var. Masalımız böyle. Hiç durmadan koşuyor bu adam. Herkesin içinde var bu koşan adam ve devamlı koşuyor; işi, bu.
Koşan adam, Allah’ı, kitabı, peygamberi tanımıyor. Bakın, “tanımıyor” diyorum; “bilmiyor” demedim Allah’ı. O, birinin vücudunda, içinde; onun bütün fiillerini, hareketlerini kullanabiliyor; bütün sıfatlarını; hayatını, ilmini, kuvvetini, iradesini, görmesini kullanabiliyor; onun vücudunu da kullanıyor. Onun işi, o vücudu, içinde bulunduğu vücudu Allah ile tanıştırmamak; peygamberle tanıştırmamak. Onun işi, o vücudu dünyada tutmak. Şimdi ben size bu koşan adamı anlatacağım…
Hiç durmadan koşuyor bu koşan adamımız. Nasıl koşuyor? Onun kaşının üstünde gözü var… Bunun bıyığı kısa… Bu ne giymiş? Komşu ne yapmış? Benim kızım ne olacak? Benim oğlum ne olacak? Yarın ne olacak? Geleceğimiz ne olacak? Ev kirası ne olacak? Hiç durmuyor bu koşan adam veya koşan kadın. Herkesin içinde asla ve asla durmadan koşuyor; çünkü durursa durduğu an o vücut, Allah’a dönecek. İşi bu, çok akıllı; inanılmaz akıllı.
Herkesin içerisinde o koşan adam, o koşan kadın var. Asla durmaz; asla hiç durmadan koşar. Uyumuyor; yemek yemiyor; su içmiyor. Tek işi var: Senin bütün fiillerini ve sıfatlarını kullanarak, senin Allah’a dönmeni engellemek. Onun işi, bu. Uzakta değil o koşan adam; içinizde. Bu koşan adamı halletmeden, içindeki koşan adamı durdurmadan herhangi birinin Allah’a iman etmesi söz konusu değil. Bu içindeki koşan adamı yok etmeden herhangi birinin Ahmed’i tanıması da söz konusu değil. Şimdi ayrıntılarına gireceğiz; koşan adamın ne kadar akıllı olduğunu göreceksiniz.
Herkesin içinde var ve bir tek işi var bu koşan adamın: Bu vücutları, bu tecelligâhı, o içinde olduğu vücudu dünyada tutmak. Tek işi onun, o. Tek işi, o. Çünkü senin bütün hareketlerini kullanıyor; bütün sıfatlarını; gözlerini, duymanı ve vücudunu kullanıyor. Her şeyi kullanıyor o, ana rahmine düştüğün andan itibaren onun içerisine giriyor ve başlıyor o vücudu kullanmaya. Büyüdükçe daha iyi kullanıyor; yaşlanınca da o duruyor değil. Yaşlandıkça daha iyi koşar; daha çok merak etmeye başlar, hiç durmaz… Onun yaşı yok, yaşlanmıyor o. Vücut yaşlandı da o adam da yaşlandı; yok böyle bir şey…
İçimizdeki bu adamı, bu kadını halletmeden ne Kuran’ı okuyabiliriz ne Allah’ı bilebiliriz, tanıyabiliriz ne de beka makamlarında Ahmed’i görebiliriz. Böyle bir şey söz konusu değil. Bu adamı her hangi bir zehir, silah öldüremiyor. Aç, susuz bıraksan hiç bir şey olmuyor. Bu içindeki koşan adamı, ancak ve ancak bir Melami insan-ı kâmili öldürebiliyor. Geliyorsun bir Melamî insan-ı kâmili buluyorsun; o, içindeki adamla uğraşmaya başlıyor; o, öldürüyor onu. Nasıl öldürüyor? Geliyorsun, biat ediyorsun. İşte bildiğiniz şeyleri söylüyor; Diyor ki: Abdestsiz ayağını yere basmayacaksın; mümkün mertebe namazlarını kılacaksın; en az haftada bir defa gelip insan-ı kâmili göreceksin ve her nefeste üç defa Allah Allah Allah La Faile İllallah diyeceksin. İşte bu, o koşan adamı halletmeye başlıyor; öldürmeye başlıyor. İlk önce onun fiillerini kesiyor insanı-ı kâmil; hareketsiz hale getiriyor. Çünkü her hareketini o yapıyor; yönlendiriyor seni, her hareketini. Burada, benim yanımda o koşan adamların, o koşan kadınların koşması söz konusu değil, ama ayrıldığın an onlar koşmaya başlıyorlar. Hiç durmuyorlar, hiç. Sen uyursun, o uyumaz.
Sonra Sıfat makamı geliyor; orada işte aşk başlıyor. Orada kime aşk düştü? Kim aşık oldu? Allah aşkı, mürşidine. O koşan adamın, koşan kadının nefesi kesiliyor; aşkla nefes alamaz hale geliyor. Böyle nefesi kesildikten sonra mürşit onu alıyor Zat makamına. Allah Allah Allah La Mevcude İllallah diye diye o koşan adamı, koşan kadını hallediyor. Öldü, mesele yok. Şimdi zor kısmına başlayacağız. Hani Peygamber Efendimiz Hz. Ayşe’ye soruyor: Ya Ayşe, şeytanını Müslüman ettin mi? İşte koşan adamı, koşan kadını soruyor yani.
İnanılmaz akıllı bu koşan adam. Öyle onu öldürebilmek falan çok zor; çünkü Allah’ı tanımıyor; bilmiyor demedim, tanımıyor dedim. Adam Allah’a dönmek istiyor; bir şekilde imanını yaşamak istiyor; iman etmek istiyor. Koşan adam bakıyor ki bu adam insan-ı kâmil bulacak hemen onun önüne cenneti koyuyor. Yeter ki insan-ı kâmile gitmesin. Cennette huriler, şaraplar koyuyor önüne, çünkü bu ahiret ehli yeter ki insan-ı kâmile gitmesin. Adam başlıyor camiye, namazlara, ibadetlere, hacca gitmeye, oruç tutmaya. Koşan adam yaptırıyor bunları. O, Allah’ı tanımıyor; ona uyup devam ederse tanımadan gidecek. O yüzden Allah: “Bana cennetim için ibadet eden kadar zalim kulum yoktur” diyor. (Bakara Suresi) O koşan adam ne kadar önemli. İnsan-ı kâmile ulaşmasın diye önüne cenneti koyuyor. Biliyor; o, koşan adam. Gelmiyor. Geldi, insan-ı kâmili buldu; bitmiyor iş. Öyle kolay değil. Öldü Zat makamında, ama Allah demedi, tam aşk tutmadı ise ölü taklidi yapıyor… Cem makamında da sesini çıkartmıyor; Allah ona vücudundan vücut giydiriyor; ölü taklidi yapıyor… Hazret-ül Cem makamında doğuyor; ilmi de dinliyor insan-ı kâmilden boyuna, ilmi de alıyor bu koşan adam. Doğdu, çok güzel. Bu koşan adam daha içeride. İnsan-ı kâmiller, Cem makamında vesvese biter, diyor. Herkes kendini dinlesin! Vesvese varsa adam koşuyor demektir. Adam koşuyor daha. Dinleyin kendinizi. Geldin Hazret-ül Cem makamına, insan-ı kâmil verir makamları, verir insan-ı kâmil. Hani diyorlar ya şeytan gelse biad etse… Hepinizin içinde zaten bir koşan adam var; işte doğuyor, ilimi de dinliyor. Şimdi bu içerideki canlı; sana sıfatların geri verildi Hazret-ül Cem makamında. O, sıfatları kullanmaya başlıyor hemen. Yaptığı şey şu: Sen oldun, demek. Yeter ki yok olmasın. İnsan-ı kâmil de sen oldun, diyor. Sıfatları kullanıyor. Dikkatinizi çekerim; Senin hayatını, ilmini, kuvvetini, iradeni, görmeni, duymanı, kelamını kullanıyor. İnanılmaz yorumlar yapar bu koşan adam; tüm makamları kendine uydurur. Öyle yorumlar yapar ki o koşan adam ruhsatı insan-ı kâmile gelmemek üzere kullandırtır ve çok rahat eder o tecelligâh, inanılmaz rahat eder. Çünkü ne yorumlar yaptı ona ne Allah’ın velisi yaptı da onu buraya getirmedi. Koşuyor, çünkü tüm sıfatlarını kullanıyor senin. Bu koşan adam Hazret-ül Cem makamında o tecelligâh ile birlikteyse o tecelligâhın Ahmed’i tanıması söz konusu değil. Cemm-ül Cem makamında Peygamber Efendimizin kemalâtı ile eşyaya bakabilmesi yani her fiilde faal olabilmesi söz konusu değil. Hep işte bak Her Fiilde Faal Allah; didişip durma, diyoruz. Didişen kim? Ben size demiyorum, koşan adamlara diyorum, o içinde koşana diyorum. Mevsuflarda, her sıfatta faal olan Allah; bütün sıfatlar Hakk; didişme diyoruz. Şimdi adam Hazret-ül Cem makamına geldi, senin sıfatını kullanarak bakıyor. Buna bardak, der Sıfat makamında; senin sıfatını kullanıyor, buna bardak der. Mevsufta faal olanı görmez o; çünkü o, Allah’ı, peygamberi tanımıyor; onun işi o. Herkes kendini dinlesin! Mevlana Hazretleri bunun için: Eşeğim ne dediyse tersini yaptım, diyor. Bu koşan adam tüm hayvan ahlaklarını kullanabiliyor. Tüm cüzzü kullanabiliyor; iradeni, aklını, hayatını… Hepsini kullanabiliyor; kullanma yetkisi var, yetisi var. İzinli. Ondan ancak Allah’ın velileri, ezeli ervahta belli olanlar kurtulabiliyor. Kolay mı? Geliyor bak, Cemm-ül Cem makamına kadar gelir. Biz bunu fena makamlarında halledeceğiz. Ne zaman Zat makamında o adam gidiyor, Cem makamının ilk yarısında da kalıntıları gidiyor. Hani duvardan çiviyi sökersin de izi kalır; o izler de Cem makamında gidiyor. Ondan sonra Hazret-ül Cem makamında doğuyorsun, o adamdan eser yok. İşte o Allah’ın velisi ilmini Ahmed’den almaya başlıyor o zaman. Yoksa o koşan adam müsaade etmiyor ilmini almana, Ahmed’i tanımıyorsun; kitap ilmi alıyorsun. Melami, ilmini Peygamber Efendimizden alır. Ben hiçbir ilmimi kitaptan almadım. Hepsini Peygamber Efendimizden aldım. Size söylediğim hiçbir şeyi kitaplardan almadım; kitapla işim olmaz benim. Gördün mü ruhsatı nereye vermişim? Hem koşan adama vermişim hem insan-ı kâmile gelmek üzere gayret edene vermişim. Koşan adamın yaptığı her şey mekrî ilahi. Orada da faal olan benim, ama mekrî ilahi. Sevda ne üzüm içer ne sigara içer. Koşan adam içiyor onları, ben biliyorum. Hem seni senden iyi biliyorum hem de koşan adamı senden iyi biliyorum. Hiç durmuyor; şuradan çıkalım arabalara binelim, koşan adam başlar: Öyle mi böyle mi olacak? İman etmemen için. İman etmek ne demek? Fiilde faal olana bakmak; tecelliye mazhar olmak; her fiilde faal Allah. Şimdi bunu bardak görüyoruz. Olmadı. Ne bardağı? Koşuyor, biliyorsun; Allah’ın velisisin. İşte onun içinde koştuğunu bilen adam, Allah’ın velisidir. Kendini bilmeye başlıyor, onun için geliyor buraya. Zaten o zaman onu dinlemiyor o yavaş yavaş… O koşuyor; ev kirası diyecek, o diyecek, bu diyecek… Devamlı koşacak. İçinde, söyleyecek sana. Hiç durmayacak. Başına bir bela geldi mi devamlı sana; ben bunu nasıl yaptım, ben salak mıyım bunu nasıl düşünemedim diyecek. O diyor onu, sen demiyorsun. Ne geldiyse geldi başına, Allah’ın izniyle geldi. Ne yaşayacaksan da yaşayacaksın. İşte o bela başına gelmese burada olmayacaksın. En büyük, bela insan-ı kâmili bulamamaktır. En büyük bela, efalini efal-i Hakk’a; sıfatını sıfat-ı Hakk’a; zatını zat-ı Hakk’a verememektir. Daha büyük bir şey düşünmeyin… Dersim ne olacak? Geleceğim ne olacak? Çocuğum ne olacak? Koşan adam böyle koşuyor; senin zihninde koşuyor devamlı. Hiç durmaz, yeter ki iman etme, yeter ki Allah’a dönme. Çünkü o göklerdeki Allah’a inanmak, ellerini kaldırmak kolay. O, zaten baktı ki adam iman etmek istiyor hemen mevhuma çeviriyor, göklere çeviriyor onu. Aman, diyor; edecekse mevhuma iman etsin, yine insan-ı kâmile gelmesin, diyor. Çünkü insan-ı kâmile geldiği zaman mevcutlaştıracak. Onu ancak insan-ı kâmilin bakışlarından, vücudundan çıkan halledebilir; başka hiçbir şey halledemez onu, hiçbir şey. Bendeki de öyle oldu. Bendeki, koşmak da ne demek? Allah Allah, uçuyordu. Ben mesela çok iyi satranç oyuncusuydum. 6, 7, 8 hamle sonrasını düşünürdüm. Bak, bak, bak… Sen anı yakalasana. 8 hamle sonrasından sana ne? Ne olacaksa olacak. Kendimi anlatıyorum, bendeki koşan adamı anlatıyorum. Ne biçim koşuyor, uçacak… Bizim için, Allah’ın velileri için söylüyorum: Biz buraya gelmişiz, koşuyor ya… Arkadaşlar birbirleriyle didişiyorlar; bırak seyri sülüğü tamamlayanları belgeliler de… Ee koşuyor işte, önde gitmek istiyor. Biz en arka gidelim, ya sonuncu olalım ya hiçbir şey olmayalım.
Ne istediğiniz gibi oldu? Bu koşan adamın hangi istediği oldu? Durmadan değiştirmeye çalışıyor; boyuna yönlendirmeye çalışıyor; boyuna daha iyisini istiyor. Onun, içinizdeki koşan adamın hangi istediği oldu? Ne oldu? Allah’ın dediği olur; o koşan adamın dediği olmaz, ama onun koşması da Allah’ın demesinden… Ayette diyor ki: Ben Adem’e kendimden üfledim. (Hicr, 15 /29) Ona öylesine güveniyorum ki, onu esfeli safiline, aşağıların aşağısına göndereceğim; orada da beni bulacak. O koşan adam da ona diyor ki: Müsaade et, ben de ona engel olayım. Şimdi herkes zannediyor ki bu koşan adam dışarıda, yanındakinde, komşusunda. İçinde, içinde… Dışarıda Allah’tan başka bir şey yok. Bu koşan adam, senin içinde koşuyor; dinleyin onu; rap rap rap ayak seslerini duyacaksınız. Zaten duyduğunuz için buradasınız. Burada olduğunuz için duyuyorsunuz; duymamanız mümkün değil.
Allah Adem’i yarattıktan sonra bütün meleklere, secde edin, diyor. Cebrail (a.s) secde ediyor; gözünün ucuyla bakıyor, bu koşan adam secde etmemiş. Bekliyor; yüz, yüzeli, iki yüz yıl. ‘Cebrail secdesi’ diyorlar ona. Bekliyor secde etsin diye. Bu ne gibi biliyor musunuz? İşte ben de göz ucumla bakıyorum sizdeki ona; ben de görüyorum hepinizde onu; ben de bekliyorum, o bana secde etsin diye. Şimdi Hazret-ül Cem makamına geldin mi? Geldin, hoş geldin sefalar getirdin. O içindeki koşan adam, bana secde edecek. Efal’de geldin, secde ettin, bu çok önemli. Bu vücudu yatırdın, secde ettin. Hazret-ül Cem makamında mürşit kendini önüne koyar talebenin; o koşan adamı, koşan kadını secde ettirmek için. Hazret-ül Cem makamında, o içindeki koşan secde etti mi o zaman tamam; o zaman işte aldığın abdest, abdest; kıldığın namaz, namaz; tuttuğun oruç, oruç. Her hareketin ibadet o zaman. İnsan-ı kâmil bilir onun secde edip etmediğini, ama demez. “Bilen demez, diyen bilmez” derler ya. Hazret-ül Cem makamında o içindeki de secde edecek. Etmedi mi? Ee sıfatlar onun. Onu bardak görüyor; Ahmed’i nasıl görecek? Sıfatları kendine nispet eder; bu şöyle anlatılır Hazret-ül Cem makamında: Halk zahir, Hakk batın. Salik sıfatları kendine nispet eder; adam Zat makamında gitti, kendi kalmadı ortada; Cem makamında vücudundan vücut giydirdi. Kendi dediği Ahmed’i görüyor; kendisi o Ahmed’e nispet eder. Görmeyince kendisine nispet eder; böyle bakar, adamın düşüncelerini falan değiştirmeye çalışır. Benim işim çok zor; herkeste bir koşan adam, koşan kadın… Sizle benim ne işim var? Siz, O’sunuz zaten. Döndünüz mü tamam, ama o da izinli, ona da bir lafımız yok. Siz geldiniz mi bana nefesi kesiliyor, koşan adam koşmaz oluyor; dinleyemez, göremez, düşünemez, duyamaz oluyor. Neyi görmüyor? Dünyayı. Neyi duymuyor? Su sesini. Ne demiyor? Para, demiyor; o, demiyor; bu, demiyor. Allah, diyor. Hazret-ül Cem makamına kadar ibadetleriniz ibadet değil, diyorlar. Çünkü senin her şeyini o kullanıyor da ondan. Koşan adam Cemm-ül Cem makamına kadar gelirse geldiğin yer Sıfat makamı. Bildin, o daha koşuyor; beka makamlarındasın, tuttun mürşidinin eteğinden ne derse yapıyorsun, tamam. Arada böyle kaymalar oluyor; arada bardak görüyorsun; arada Hakk görüyorsun. Hemen toparlan. Beka makamındaki arkadaşlar için bunları söylüyorum, öbürleri Efal, Sıfat dersinde zaten koşturacak. İnsan-ı kâmiller, işte bu koşan adamlarını Müslüman etmiş insanlardır; onlar da koşan bir şey kalmamıştır. Artık dışarıdan koşturabilirsin; binersin arabaya Fethiye’ye gidersin, işini yaparsın. Bundan bahsetmiyorum. İçindeki, adam evinde oturuyor bütün gün işsiz; içindeki koşuyor, hiç durmuyor. Yoksa dışarıdan koş; içindeki koşmasın. Diyor ya Yunus: Bir ben vardır bende benden içeru. İşte bütün onları yapıp, eden o içindeki. Sen bir şey yapmadın, ben de biliyorum. Çünkü ben de yaptım. Ben gökten zembille mi indim? Gökten yeşil ışıkla mı indim? Yok, Davud’tan doğdum; ilmimi Ahmed’ten aldım. Gökten zembille inmedim; Sonra Davud’u tanıdım da o koşan adamı hallettik. Benim adamım öyle hızlı koşuyordu ki öyle kibirli, öyle kendini beğenmişti ki ben bırak dizinin dibinde diz çökmeyi, elini bile öpmezdim. Öyle kibirli bir adamdım ben, çok koşuyordu benimki. Bana diyordu ki en büyük sensin, başka büyük yok. Davud’u tanımasam bırak gökten zembille inmeyi yerde ser sefil olurdum.
Ümit BULUT
Copyright © 2025 | All Rights Reserved.