Ümit Bulut Efendi Makaleleri

İSLÂM: HUZUR VE BARIŞ

Sohbet, insan-ı kâmilin varlığıdır; ağzından çıkan sözler değil! Söz, kelimeleri bölme ve harfler bir ilimdir; onlar da size bir şey anlatır. Söz, öze giden bir penceredir; ama perdeli bir penceredir. Mesela söz kelimesinde “s”yi çıkarın, ne kalır? “Öz” kalır. “S” nedir? “Selam. Bir insan-ı kâmile gelip biat ettiğinizde size selam verir ve konuşmaya başlar sözü. Bu sözün ötesine ulaşırsanız bizim özümüzü bulursunuz. İnsan-ı kâmil, bu öze nasıl ulaşacağınızı anlatır. Biz, Müslüman değiliz, misli imanız! İşte o “s”yi geçenler, misli iman olur.

İslâm ne demek biliyor musunuz? İslâm sözü, “silim” ve “lâm” kelimelerinden oluşur. “Huzur” ve “Barış” demektir. İçinde huzuru, barışı dinginliği bulamayan misli iman olamaz! Böyle bir şey söz konusu değil. Tarikatlar komşuyla barışmayı, mahalle ile barışmayı, devletler bazında da savaşmamayı söyler. Bizim işimiz bu değil. Biz neredeyiz? Uhud Savaşı bitmiş, Hendek Savaşı bitmiş, Mekke alınmış ve artık ordular kurulmuş. “Ya Allah’ın Resulü, bitti mi bu savaşlar?” denildiğinde, “Bu cihat küçük cihattı, şimdi büyük cihat başlıyor!” denen yerdeyiz.

İçinizdeki huzurdan ve barıştan bahsediyoruz. İçinde dinginliği bulamayan insanın Allah ile Allah olabilmesi, insana dönüşmesi, misli iman olabilmesi söz konusu değil!

İçinizdeki didişmeyi bitirmeden, her fiilde faal olamazsınız!

İçinizdeki didişmeyi bitirmeden, fenâfillah olamazsınız!

İçinizdeki didişmeyi bitirmeden, Allah’ın yüzünü seyredebilmek söz konusu değil!

İçinizdeki didişmeyi bitirmeden, rabbinizi bilemezsiniz, kendinizi bilemezsiniz!

İçinizdeki didişme, savaş bitmeden dışarısı bitmez!

Çünkü dışarıda, Allah’tan başka bir şey yok!

Didiştiğiniz birisini evinize alır mısınız? Ona sırrınızı verir misiniz? Tecelli ile didiştiğiniz zaman, o cüzî aklınızı kullandığınızda, Allah ile didişmiş oluyorsunuz.  O zaman Allah size sırrını vermez!

Herkes içini şöyle bir dinlediğinde içindeki savaşın devam ettiğini görür. Kaburgaları çatlayacak gibi olur insan sinirlendiğinde, bir haksızlığa uğradığında.  Çığ gibi büyür düşünceleri. İçinizdeki bu düşünceleri çeviren bir değirmen mevcut: Lâ Fâile İllâllah, Lâ Mevsufe İllâllah, Lâ Mevcude İllâllah değirmenleri! O değirmenin sırrını, ancak bir insan-ı kâmil verir.

İçinizdeki bu kaynamayı, didişmeyi organize eden; aklınızda ve kalbinizde 40 tane tilkiyi dolaştıran; dolaştırırken de kuyruklarını birbirine değdirmeyen, cüzî akıldır. O kırk tane tilki dolaşır, kuyruklar birbirine değmez. Tilki gelir, tilki gideriz. Cüzî akıl, insanı mahveder. İşte bu cüzî aklı halletmeden, insana dönüşmek mümkün değildir! Akıl sözcüğündeki “a”yı atın, “kıl” kalır. “A”, Allah! Kıl kadar kalsa Allah olmaz! Kıl kadar akıl kalsa Allah ile Allah olamayız! Sorgular dururuz. “Abes bir şey yok!” diyoruz. Her hareketimizde bu ayete muhalif oluyoruz, her hareketimizle. Bu ayete muhalif olduğunuz zaman Nisa Suresi 79. ayet geliyor, ona da muhalif oluyorsunuz. Ayette: “İyi bir şey olursa Allah’tan, kötü bir şey olursa nefsinden!” diyor. Ne hikmetse bu ayet yaşamda ters çalışır. İyi bir şey olduğunda “Ben yaptım. Ben iyi not aldım.” dersiniz; kötü bir şey olduğunda da “Notu öğretmen verdi.” dersiniz mesela. Birine muhalif olduğunuz zaman ayetler zincirleme ters çalışır.

Cüzî akıl, içinizdeki didişmeyi, benliği, mülkü, aklınıza gelebilecek her şeyi körükler. Bu cüzî aklı bırakmanın tek yolu âşık olmak; aşk, ama Allah aşkıdır! İnsan-ı kâmile, küllî akla rapt olursanız, iman ederseniz o iman bir himmete dönüşür ki orada kurtuluş yoktur; yani Allah’ta yok olma adına, Allah ile Allah olma adına kurtuluş yoktur. Bu kurtuluş için o cüzî aklı, insan-ı kâmile bezletmek, insan-ı kâmili dinlemek gerekir. Çünkü insan-ı kâmilin sözlerini duyanda değil, idrak etmeye başlayanda dönüşüm başlar. Çünkü duyulan unutulur, idrak edilen yaşanır. Bizim sözlerimiz ayettir, idrak edebilen yaşamına geçirir.

Akıl hep itiraz eder, hep kulp takar, hep yan yol bulur, itiraz eder. İnsan-ı kâmilin talebelerine rehberlik ederken bu konuda çok yoğun sohbetler etmesinin sebebi, insan-ı kâmiller ne derse yapsınlar diye değil –ki insan-ı kâmil, küllî akıl, ne derse yapmakta hayır vardır– talebenin o aklı bırakması için bir nevi antrenman yaptırmaktır. Onun için insan-ı kâmil bazen talebinin aklına ters düşecek cevaplar verir, sözler söyler; o cüzî aklı bırakmaları içindir. Çünkü cüzî akıl bırakılmadığı sürece Allah’ın yüzünü görebilmek mümkün değildir!

Her velinin kendine göre bir meşrebi vardır. Kendine göre mürşidine, insan-ı kâmile iman ediş, rapt oluş şekli vardır. Herkesinki farklıdır, bunu sadece insan-ı kâmil bilir. Onun için de birisinin diğerine bu meslekle ilgili söz söylemesi çok tehlikelidir. İnsan-ı kâmil, aynı konu ile ilgili bir talebesine “siyah” diğerine de “beyaz” diyebilir. Çünkü biri için siyahtır, diğeri için beyazdır. Herkesin farklıdır, insan-ı kâmil o talebenin bâtınını bilir. Orada “Birine siyah dedi, diğerine beyaz dedi.” diyen, cüzî akıldır.

Bir rehbere gelmenize ve onu takip etmenize engel olmak için cehennemler kudursa, tüm zebanileri serbest bıraksalar, bu gök açılsa gökte ne kadar güç varsa inse insan-ı kâmilin, rehberin arkasından gitmenize engel olamaz. Rehberi takip etmenize bir tek şey engel olabilir: Cüzî aklınız! Aklınız tüm bu saydıklarımızdan üstün. Bu yüzden de Pirimiz Seyyid Muhammed Nur-ûl Arabi Hazretleri, “Kevn-i keramet devri bitmiş, ilm-i keramet devri başlamıştır.” demiştir. Mevlâna Hazretleri’nin de dediği gibi: “Aklınızı kullanmadan Allah’ı bulamazsınız, ama aklınızla bulduğunuz da Allah değildir!”.

Bu cüzî aklın işi sizi bu dünyada, toprakta bırakmaktır. O vücuda hayvan ahlâklarının hâkim olması için cüzî akıl elinden geleni yapar. Kim ki aklına uydu, toprak olur. Cüzî akıl, sizi mülkte bırakır. Kim ki kâmile uydu; onun mülkü, bekâ olur. Mülk diye kastettiğimiz eviniz, arabanız değil, bunlar küçük kalır. Bu dünyada, bu gezegende kalırsınız, mezarda kalırsınız. İşte bu cüzî aklı, sevgi ile aşk ile samimiyet ile bırakacağız.

İçinizdeki didişme bitmezse dışarıdakinin bitmesi mümkün değil. Çünkü dışarıda Allah’tan başka hiçbir şey yok! Dışarıda gördükleriniz sizin zanlarınız, aklınızın ürettiği zanlar. İnanın dışarıda Allah’tan başka bir şey yok! İçimizde ne varsa dışarıda onu görürüz.

Biz misli imanız! Huzur ve barış içinizde. İçinde zıtları halletmeyen, Lâ Fâile İllâllah’ı yaşayamaz, huzur ve barışı bulamaz!