Ümit Bulut Efendi Makaleleri

EBU CEHİLİ TANIMAK

Ebu Cehil’i tanımadan Peygamber Efendimizi tanımak mümkün değildir. Bir Allah’ın velisi şöyle diyor: Ebu Cehil’in kıvılcımı olmasa, Mustafa’nın ateşi yanmazdı.

Hatırlayalım ne demişti Ebu Cehil Peygamber Efendimize: “Sana para verelim, rütbe verelim, tüm gelirlerden hisse verelim, ne istersen verelim, ama sen bizim DÜZENİMİZE DOKUNMA!..” İşte bütün mesele burada: Aman bizim düzenimize dokunma! Onlar Peygamber Efendimizi tanımıyor değillerdi. Elbette kendilerince tanıyorlardı. Efendimize Peygamberlik gelmeden önce de onu emin, güvenilir olarak biliyorlardı.

Halil İbrahim Peygamber, Nemrut’un düzenine dokunmadı da!!! Nemrut’un tapınaklarındaki putlarını elindeki balta ile parçalamadı da!!! Hz. Musa, Firavun’un düzenine dokunmadı da!!!  Tüm köleleri Firavun’a karşı savunmadı da!!! Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa (s.a.v.)  Mekke’deki düzene yani Kâbe’deki putlara dokunmayacak?…

Ne dedi Kâinatın Efendisi Mekkeli müşriklere: “Bir elime ayı, diğerine güneşi koysanız ben yolumdan dönmem.” Mümkün mü böyle bir şey? O’nun gelme nedeni değil mi ALLAH ile KUL ARASINDA PUTLARI (PERDELERİ) kaldırmak? Allah, düzenin; yani putların arkasındadır. Düzen de yani put da Allah’tan başka ne biliyorsan odur.

Peki, gelelim bireye… Bireydeki, bir kişideki düzen nedir? Kişideki düzen, o kişinin yaptığı tüm hareketleri (fiilleri) kendisinin zannetmesi. Bitti mi? Hayır. Yaşamını, ilmini, kuvvetini, iradesini, görmesini, duymasını, konuşmasını kendinin zannediyor olması. Bitti mi? Nerede… Vücudunu da kişi kendinin zannediyor. Kişi, tüm bunlar kendinin zannettikçe Allah da BEN KULUMUN ZANNI GİBİYİM, diyor.

Böylece kişi, bu kendinin zannettiği şeylerle kendisine bir yaşam (DÜZEN) kuruyor. Bu düzen Allah’la arasında perdeler oluşturuyor. Ne bunlar? Eşi, işi, çocukları, evi, arabası… Bunlar yoksa bunlara sahip olma isteği (iradesi). Tüm bunlara sahip olmak için bütün ömrünü harcıyor. Yetiyor mu? Hayır, ölümünden sonra da çocuklarını mümkünse torunlarını da rahat ettirecek imkânlar için uğraşıyor.

Peki, tüm bunlarla boğuşurken o kişi için Allah nerede? Göklerde tabii ki. Nasıl olacak bu kavuşma? Sana şah damarından daha yakın olanla nasıl ve nerede buluşup, bir araya geleceksin?

İşte burası aklın ötesi… İlgiliyseniz Allah’ın velilerinin, “aklın verası, aklın maverasını algılamaz” dediği yer, burası. Cüz i aklın algılamayacağı, ancak imanla ve aşkla küllî akla teslim olunması gerekliliğidir.

Bu noktada nasibinde varsa bulacaksın Allah’ın velisini; o da Halil İbrahim Peygamber’in baltasını verecek senin eline, girişeceksin sen de kendi putlarına. Tıpkı Halil İbrahim Peygamber’in Nemrut’un tapınaklarına girip, oradaki putları kırdığı gibi. İki cihan Peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin Kâbe’deki putları kırdığı gibi…

Ebu Cehil’i tanımak… Eğer bir düzen kurmak için yaşıyorsak ya da kurduğumuz düzenin devamı için yaşıyorsak; bunun için yapmayacağımız hiçbir şey yoksa; bu düzen bizim olmazsa olmazlarımızı oluşturuyorsa işte biz de Ebu Cehil’iz demektir.

İşte bu durumu bilmeden, yani Ebu Cehil’i tanımadan Peygamber Efendimizin kemalâtına ulaşmak mümkün değildir. Cehaletten kurtulmak, Allah’tan başka hiç bir şey olmadığı bilincine ulaşmaktır. Ancak bu bilinç, Peygamber Efendimizin kemalâtını algılayabilir; ancak bu bilince, idrake ulaşmış kişiler eşyaya Peygamber Efendimizin baktığı gibi bakabilir. Ki bunlar Allah’ın velileridir.

Ebu Cehil’i 14 asır öncede aramayın. 14 asır öncede bulsanız da size tarih bilgisinden başka hiçbir faydası olmaz. Ebu Cehil’i günümüzde arayıp, yanımızdakinde veya karşımızda, komşumuzda bulmamızın da bize hiçbir faydası olmaz. İçimizdeki Ebu Cehil’i bulup, tanımadan; cehaletin ne olduğunu anlayıp, o cehaletten kurtulmadan; Peygamber Efendimizin kemalâtı ile tanışmamız nasıl olsun?

Kendine cahil olan Allah’a zalim olur.

İçimizdeki Ebu Cehil’in farkına varır isek o kıvılcım, bize Mustafa’nın ateşini yaktırabilir. Kendini bilmeyenin, Rabbini bilmesi mümkün değildir. Kendini bilme de bir rehberle olur; rehbersiz çok zordur.

“Kendini bilmeyenin, rabbini bilmesi mümkün değildir.”

Kendini bilme, bir rehberle olur; rehbersiz çok zordur. O rehberi bulup, ona Yunus’un Taptuk Emre’ye, Mevlana Hazretleri’nin Şems Hazretleri’ne bağlandığı gibi bağlanmak gerek. Nasıl bağlanmış onlar rehberlerine?

Mevlana ile tanıştıktan bir müddet sonra Şems Konya’yı terk ediyor. Bu zaman içerisinde Mevlana Hazretleri’nin üzüntüsü tüm çevresindekiler tarafından bilinmekte. Yine böyle bir günde yanındakilerle Konya sokaklarında yürürken, yanlarına biri yaklaşıyor ve heyecanla diyor ki: “Ya Mevlana, doğu kapısından Şems’i Konya’ya girerken gördüm. Şems geldi!” Bunun üzerine Mevlana Hazretleri cübbesini çıkarıp, o şahsa veriyor Yanındakiler Mevlana Hazretleri’ne cüppesini verdiği kişinin yalancı olduğunu söylüyorlar. Bunun üzerine Mevlana Hazretleri de: “Biliyorum, onun için cübbemi verdim. Doğruyu söylese idi canımı verirdim.” diyor!!!

Kendini bilmek, o rehbere can pahasına tâbi olmayı gerektirir. O rehberin sohbetlerini hiçbir ön yargı olmadan dinlemek; yapmanı istediği şeyler varsa onları sorgulamadan, yargılamadan yapmak gerekir. Yine Mevlana ve Şems Hazretleri’nden örnek verelim:

Şems Hazretleri, Mevlana Hazretleri’ni talebe olarak kabul etmek için kendisiyle Konya’nın merkezi yerinde şarap içmesini ister. Mevlana Hazretleri bunu kabul etmez. Nasıl gidip orada şarap içsin ki? Tüm doğru bildiklerine aykırı!.. Mevlana Hazretleri, Şems Hazretleri’ni tanıdıktan sonra Mesnevi’sinde diyor ki: “O sultanı buldun mu ona neliksiz niteliksiz rapt olacaksın!” Neden böyle diyor? Çünkü tevhit edebilmek; Allah ile Allah olmak; Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine ulaşabilmek; tüm sahip olduklarından, tüm bilgilerinden, ama tüm bilgilerinden özellikle doğru bildiklerinden de kurtulmakla olur.

Rehber sana derki: Ey yolcu (anlatmak adına yolcu diyorum), şimdi senin vücudun Kâbe; Allah’tan başka ne biliyorsan da senin putun. Başla bakalım onları kırmaya… Sana zikrini verir. Sen de başlarsın Allah demeye… Sende Allah’tan başka ne varsa silmeye başlar; silmeye başlarsınız. İşte buna İLM-İ LEDÜN denir. Bu ilmin sadece kitaplardan okunarak alınması mümkün değildir; bu sularda rehbersiz ilerlemek imkânsıza yakındır. İlgili olanlar Üveysî olmaktan bahsedebilir; o yüzden imkânsıza yakındır, dedim.

Malını, mülkünü, oğlunu, kızını, işini, eşini, bilgilerini özellikle de doğru bildiklerini terk etmek… Bu dile kolay. Terk etmemiz gerekenler bir satıra sığıyor, gel gör ki tüm bunları terk etmek bir ömre sığmayabilir. Anlatmaya çalıştığım, neden rehbersiz olmayacağı.

Burada ilgililerin dikkatini çekmek istediğim husus şu: Terk etmemiz gerekenlerin tamamı (malımız, mülkümüz, oğlumuz, kızımız, işimiz, eşimiz, bilgilerimiz…) bizdeki EBU CEHİL’İ oluşturuyor. Günlük hayatımızda yukarıda saydıklarım veya saydıklarımdan herhangi biri bizim için öncelikli ise EBU CEHİLİZ demektir. ALLAH’A CAHİLİZ demektir.

Bu putların tamamını kırmadan, içimizdeki EBU CEHİL’İ tanımadan, ne aldığımız abdest, abdest olur ne kıldığımız namaz, namaz olur ne de gittiğimiz Hac, Hac olur. Namaz kılıyoruz, seccadenin üzerinde görünüşte yalnızca siz varsınız. Peki o namazı kılarken, sizin aklınız da yalnızca ALLAH mı var? Evet, yalnızca ALLAH var, diyorsanız sorun yok. Hayır, diyorsanız rehbere ihtiyaç var. Bu sebepten diyor ki Koca YUNUS: “Ey hoca, istersen bin kez var hacca; hepisinden iyice bir gönüle girmektir.” Burada gönülden kasıtla, bir insan-ı kâmil bulmayı, bir rehber edinmeyi söylüyor.

Ya bir rehber bulup, ona tâbi olursun ya da içindeki Ebu Cehil’e, yani yaşadığın düzene! Bulundukları düzene tabi olanlar, yani o düzene tapanlar…

Tapmaktan kastım; yaşamındaki kararları bulunduğu düzene göre almak, hükümlerini bulunduğu düzene göre vermektir.

Tapmaktan kastım; sana “Şah damarından daha yakın olanı” (Kaf,16), malının, mülkünün, oğlunun, kızının, işinin, eşinin arkasında bulundurmaktır.

İşte sana Ebu Cehil’in yaşamı. Haydi biraz cesaretle kendimizi kontrol edelim, biz nasıl yaşıyoruz? Ebu Cehil gibi mi? Muhammed ümmeti gibi mi? Önceliklerimiz ne? Günlük hayatımızı işimize, çoluğumuza çocuğumuza göre mi düzenliyoruz? Herkes kendi cevabını versin. Önceliklerimizin tamamı, Allah ile aramızdaki puttur.

Rehbersiz Muhammed ümmeti gibi yaşayabilmek mümkün mü? Ama rehberle mümkün olduğu ortada.

Gelelim insan-ı kâmile, yani rehbere… Ne var bunlarda da sadece insan-ı kâmil ile bu dönüşüm olabiliyor? İnsan-ı kâmilde doğuş vardır; doğuştan kaynaklanan cezbe… Bu doğuş ona rapt olanda aşka dönüşür; o aşk, cüz’i aklı alır, götürür. Akıl gitti mi tamam, ne mal kalır ne mülk. İşte o zaman vedalaşmaya başlarız Ebu Cehil’in yaşamıyla.

Doğuş olabilmesi için Ebu Cehil’i çok iyi tanıyıp, onla vedalaşmak gerekiyor ki Hazreti Muhammed’in kıvılcımı çaksın. Bir mürşit bulunduğu düzene göre yaşıyor, o düzene göre karar ve hükümler veriyorsa o mürşidin talebelerini irşat edebilmesi, dönüştürebilmesi mümkün değildir. Ancak ve ancak ilim öğretebilir, ilim mürşitliği yapar. İNSAN-I KÂMİL, ÖĞRETMEN DEĞİL, BİR REHBERDİR!

Resulullah (s.a.s) Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlar: “Bir kul, Allah tarafından sevilince iptilaya uğrar. Buna sabrederse iktina gelir.” Bir sahabe tarafından  “İktina nedir ya Resulullah?” diye sorulunca Peygamber Efendimiz cevaben: “O adamın malının, mülkünün, çoluğunun çocuğunun alınmasıdır. Çünkü, mal, mülk, evlat sevgisinin olduğu yerde Allah sevgisi bulunmaz; iki sevgi arasına giren yanar.” diye buyururlar.

Bakın kâinatın var oluş nedeni Peygamber Efendimiz, Ebu Cehil’i ne güzel tarif etmiş. Dikkatinizi çekerim tarif ettiği sadece bin dört yüz yıl önce aynı mahallede yaşadığı komşusu değil, insanlık var olduğu sürece içimizde var olacak olan, çoğumuzun varlığından bile haberi olmadığı evrensel Ebu Cehil… Çoğumuzun varlığından bile haberi olmadığı Ebu Cehil, yani cehaletimiz…

Allah’a cahil olan, kendine zalim olur!..

ALLAH’A CAHİL OLAN, İÇİNDEKİ EBU CEHİL’E TÂBİ OLUR!..

İçimizdeki Ebu Cehil’den kurtulmak için onu tanımak; tanımak için de varlığını yani cehaletimizi kabul etmemiz gerek. Çünkü varlığını kabul etmediğiniz bir şeyden kurtulmanız imkânsızdır. Tabii sizin kabul etmemeniz, onun sizde olmadığı anlamına gelmez. Ondan kurtulma ihtimaliniz olmadığı anlamına gelir.

Eğer sizin için Allah mevhum ise yani buharlaşmış, göklerde ise yani zanlarınızda ise; o zaman Ebu Cehil sizin içinizde, damarlarınızda, kanınızda, zihninizde demektir. Böyle olunca o kişi, Ebu Cehil gibi düşünüyor, Ebu Cehil gibi bakıyor; kısacası Ebu Cehil gibi yaşıyor demektir.

Ebu Cehil nasıl yaşar? Bin dört yüz yıl önce nasıl yaşamışsa şimdi de öyle yaşar. Yani göklerdeki Allah’a inanır, Kâbe’deki putlara tapar, Hz Muhammed (s.a.v.) Efendimizi kabul etmez idi. Şimdi de aynı: Göklerdeki buharlaşmış Allah’a kesinlikle inanır; ona sorsanız kendi için değil, oğlu, kızı, eşi ve işi için yaşar. “Benim aklım bana yeter, zaten Allah’la kul arasına girilmez” deyip, bin dört yüz yıl önce kabul etmediği gibi şimdi de rehberi kabul etmez.

Peki bir insanın ailesi için yaşaması, etrafına faydalı bir insan olarak yaşamaya çalışması kötü bir şey mi? Elbette değil… Bütün mesele, bu işleri yaparken bizim durumumuz ne? Bu yaptığımız işler, bizi bizden alıp götürüyor mu? Mevlana Hazretleri’nden bir hatırlatma ile devam edeyim. Diyor ki Mevlana Hazretleri: “Kişi neyi talep ediyorsa o’dur.” Önceliklerimiz ne ise biz  ‘o’ yuz demektir. Para ise para, kariyer ise kariyer, dünya ise dünya… Saymakla bitmez.

Mevlana Hazretleri’ne sormuşlar: Sizin için cehennem nedir? Allah ile aramdaki mesafedir, diye cevaplamış. Önceliklerimiz, Allah ile aramızdaki mesafedir. Önceliklerimiz bizi mevcutlaştırır; dolayısı ile Allah’ı mevhumlaştırır (buharlaştırır); Allah’ı göklere, zanlarımıza gönderir. Böyle olunca da aşılması çok uzak bir mesafe oluşur. Daha doğrusu böyle olduğunu zannederiz. Aslında zan olan biziz; mevcut olan Allah’tır. Zanlarımızla yaşıyor isek Ebu Cehil gibi yaşıyoruz demektir. Kaldı ki bir rehbere ulaşmadan birçok kişi böyle yaşadığının farkında bile değildir.

İşte burada bütün mesele: ZAN OLAN BİZİZ; MEVCUT OLAN ALLAH. Doğduğumuz andan itibaren kendini var ZANnedenler, bizim de kendimizi var ZANnetmemiz için başlamışlar bize yükleme yapmaya. Ailemiz, etrafımızdakiler, daha sonra okul… Yüklemişler de yüklemişler… Neyi? SENİ SEN YAPAN, SANA “BEN” dedirten her şeyi. Herkes kendini düşünsün: Yok mudur sizin olmazsa olmazlarınız; kırmızı çizgileriniz; “hayatta olmaz” dedikleriniz?.. Ön yargılarınız?.. Aksini kabul etmeyeceğiniz doğrularınız?.. Ne demiş Einstein: “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur.” İşte yine geldik neden rehbersiz olamayacağına. Atomu parçalamaktan daha zor bir işin kendi kendinize olması, meyhanede garsonluk yapan bir alkoliğin içkiyi bırakmaya çalışması gibi bir şey.

Ayette: Allah’ın izni olmadan yaprak bile düşmez, diyor (el-En’âm, 59). Ama bizim değişmez doğrularımız var; yani bizim doğrularımız ayetin üstünde.

Ayette: Allah’ın ilminde sınır yoktur, diyor (Kehf, 109; Lokman, 27); ama bizim kırmızı çizgilerimiz var… Bizim sınırımız var…

Ayette: Açıktakini de gizlidekini de bilen Allah’tır, diyor (A’lâ; 7). Ama her şeyi biz daha iyi biliyoruz.

Ne dersiniz bir terslik yok mu bunlarda?

İnsan-ı kâmil, zanlarından kurtulup, Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilicine ulaşmış kişidir. Kim ki zanlarından kurtulup, tevhit etmek ister; ona rehber gerektir; bir kâmil bulmak gerektir. Bakın bunu benim iki gözümün nuru mürşidim, rehberim nasıl anlatmış: Bu benim kafamın içinde acaba kim var kiHiç durmadan feryadı figan ediyor bana:”Dünyayı da, ahireti de bırak, hakikate bakDön Allah’a, dön Allah’a!..” Bu seda nedir? Bir kâmil erden sordum, bu derdime çareKâmil dedi ki; “Ey biçare, benim derdine çareGel tut ellerimden; üç nefi üç isbat edelim,Önce bir abdest al gönül çeşmesinden” Sonra ellerimizin uçlarını birbirine değdirdikÜç nefi üç ispat ettik, Hakk kıblesine döndükEf’al, sıfat, zat makamlarında, ahdi misak ettikDavud, gittik biz dünyadan, ölmeden evvel öldük.                                                                                                (Davud Yılmaz Divanı, s:75)

Bu ilahide de rehbersiz, kâmilsiz olmayacağını anlatıyor. Davud Yılmaz (k.s.) Hazretleri de ancak bir rehberle zanlarından kurtulabilmiş. Tıpkı Mevlana Hazretleri gibi, Hacı Bayramı Veli Hazretleri gibi.

Ölmezden evvel ölmek; seni sen yapan, sana “ben” dedirten tüm zanlardan kurtulup, Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine ulaşmaktır.

Ancak ve ancak bir rehberle Ebu Cehil ile tanışabilir, yani cehaletimizin farkına varabiliriz.

“VİCDAN TERAZİSİ HAKK TARAFINDAN ZUHURA GELMEDEN, CEM VE FARKI FARK ETMEDEN, YAPTIM ZANNETTİĞİNİ ANCAK BOZARSIN!!!”

(H.C. Davud Yılmaz)

Davud Yılmaz (k.s.) Hazretleri böyle diyor. Bu ne demek? Bunun ne demek olduğunu  anlamak, ancak  onu yaşamaktan geçer. Onu yaşamak; ona rapt olup, onun seyrine katılmak ile olur. O seyir sizi, “seyri billahtır seyri billahtır lime Allah’tır”a; yani ALLAH’TAN BAŞKA HİÇ BİR ŞEY OLMADIĞI BİLİNCİNE götürür. Sizi ölmezden evvel öldürür; bu hal olanda Mustafa’nın kıvılcımı tutuştu demektir.

Ümit BULUT