Ümit Bulut Efendi Makaleleri

DİNİMİZ, İMANIMIZ AŞK!

Din diye sokakta uygulanan kayıtlı din,                             

Peygamber Efendimizin dini değil!

Dinler tarihine baktığımız zaman, İslam Devleti’nin Hz. Ali’den sonraki halifesi ve Emevi Hanedanı’nın kurucusu Muâviye, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ardından gelen dört halifeden sonra iktidarı ele geçirebilmek için o zamanın ünlü ilim adamlarının hemen hemen tamamına yakınını satın almış ve iktidarda kalabilmek için kendince hadisler yazdırmıştır.  Hilafet ve iktidar uğruna pek çok sahih olmayan hadisle dinin yozlaşmasında büyük payı olan Muaviye, müslümanları hadislerle yönetmeye başlamıştır. Böylelikle insanlar, “Dinde bu böyledir, kitapta böyle yazıyor…” diye yıllar, hatta yüzyıllar boyu Allah adıyla kandırılmış ve bu şekilde yönlendirilmişlerdir. Bu kayıtlı din anlayışına göre herkesin göklerde bildiği bir Allah’ı var. Bu bilinç seviyesinde olana bir şey anlatmak çok zor; çünkü o, onun ailesi, ailesinin ailesi Allah’la hep kandırılmıştır. Bu bilinç seviyesinin daha üst düzeye çıkarılması ve bu bilincin hâkim olduğu toplumun ayıkması birkaç yüzyıl sürer. Birkaç yüz yıl! Dolayısıyla “din” diye sokakta uygulanan bu kayıtlı din, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dini değildir! Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dinini, ancak hüccetli bir Melâmî insan-ı kâmilinden öğrenebilirsiniz. Çünkü, onun dini, vicdandır.

Biz dine, Kur’an’a, ayete, hadise annemizin, babamızın, atalarımızın bize öğrettiği gibi değil; Mevlâna Hazretleri’nin, Yunus Emre’nin, Anadolu evliyalarının baktığı gibi bakmaya çalışıyoruz. Biz hakikatten ve marifetullahtan bahsediyoruz. Biz, Yunus Emre Hazretleri’nin; “Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri; isteyene ver sen anı, bana seni gerek seni…” dizelerindeki “Bana seni gerek seni” kısmındayız. Kim “bana seni gerek” diyorsa hüccetli bir Melâmî insan-ı kâmili bulması gerekir.

Ayette[1]: “Siz atalarınızın dininde mi gidiyorsunuz? Ya atalarınız yanlış söylüyorsa?” mealinde bir uyarı vardır. “Atalarınızın dini” sözü ile “Kulaktan duyma Kur’ân’ı uyguluyorsunuz. Ya size eksik söyledilerse ya yanlış söyledilerse?” denmektedir. Tabii herkesin en büyük atası, kendi cüzî aklıdır! O aklı dönüştürmek, ondan vazgeçmek çok zordur. Ancak hüccetli bir Melâmî insan-ı kâmili ile o akıldan vazgeçilebilir, ancak onunla cüzî akılküllî akla dönüşür. Kim ki aklını (cüzî aklı), insan-ı kâmile (küllî akla) bezlederse sırları alır; parayla değil, para verse, altın verse sırları alamaz. Aklını bezletmeyen, ilim; aklını bezleden, sırrı alır. Çünkü sır, aklın ötesinde! Akıl, zıtları algılar. Beyaz, siyah; iyi, kötü; cennet, cehennem; günah, sevap… SırAllah, bunların arkasında! İnsan-ı kâmil kimseye bir şey öğretmez, sadece ondakini ortaya çıkartır; yeterki aklınızı insan-ı kâmile bezledin. Çünkü sır, aklın ötesinde!

Aklı, insan-ı kâmile bezletmenin bir tek yolu var: Âşık olmak. Âşık olmadan aklınızı bezletmeniz mümkün değil. Nasıl bir kıza, bir delikanlıya âşık oluyorsunuz ve gözünüz ne para ne mal ne pul ne kariyer görüyor… Anneniz, babanız itiraz ediyor, “aklını da mı ona verdin?” diye, ama siz yine de “İlla o!” diyorsunuz. İşte öylesi bir aşktan bahsediyoruz. İşte insan-ı kâmilin sohbetleri, o aşka yönlendirir. O talep edeni, aşk tutar ise o zaman aklını insan-ı kâmile bezleder. Dolayısıyla bizim dinimiz, imanımız, aşk! Ama Allah aşkı; cüz’î aşk değil, mecaz aşk değil. Mecazî aşkın başı, ortası, sonu vardır, ama ilâhî aşkın yoktur. İşte insan-ı kâmiller daha çok sevgi ve aşk üzerine konuşur; ola ki o aşk, o konuşmalar talep edenin içindeki aşkı ortaya çıkartır da aklını alır diye.

İnsan-ı kâmil, talep edene nasıl hareket edeceğini değil; neyi, nasıl zevkedeceğini anlatır. İlk derste (Ef’âl Makamı), “Her Fiilde Faal Allah!”; ikinci derste (Sıfat Makamı), “Mevsuflarda, Sıfatlarda Faal Allah!”; üçüncü derste de (Zat Makamı), “Vücut Hakk!” der. Böylelikle o talep edenin, Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine ulaşmasını sağlar. O bilince ulaşanda vicdan tecelli eder. Bu bilinen vicdan değil, ilâhi bir vicdandır ki ancak fenafillâh olmuş olanda tecelli eder. O ilâhi vicdanın tecelli ettiği talebe, Allah’tan başka hiçbir şey görmez, baktığını baktığı anda Hakk görür. Baktığını baktığı anda Hakk gören, zaten Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine (fenafillaha) ulaşmış olur. Hakikatte, Allah’tan başka hiçbir şey yok! Biz zannediyoruz! Her şey o kadar hızlı dönüyor ki duruyormuş gibi görüyoruz. Oysaki ortada Allah’tan başka bir şey yok! Zaten Allah da kutsî hadisinde: “Ben kulumun zannı gibiyim. Beni ne zannederse ben oyum.” demiyor mu!

Allah’tan başka hiçbir şey olmadığı bilincine ulaşan (fenafillah olan), peygamberliğin velayet yönüyle devam ettiğini de görür. O yüzden de o bilince ulaşana ve yaşayana veli derler. Peygamberlerin hem peygamberlik yönleri hem de velilik yönleri vardır. Velilikleri, peygamberliklerinden üstündür. Bu; veli, peygamberden üstün demek değildir. Kutsî hadiste diyorki: “Beni ararsanız velilerin gönüllerinde arayın!” Hasan ve Hüseyin Efendilerimizden yaklaşık 30 yıl sonra nübüvvet, bâtına çekilmiştir.  Bâtın, velayetle devam etmektedir! Bu velayet, Birinci Dönem Melâmî Piri Hamdûn Kassar Hazretleri, İkinci Dönem Melâmî Piri Hacı Bayram Veli Hazretleri ve Üçüncü dönem Melâmî Piri Seyyid Muhammed Nur-ül Arabi Hazretleri ile sürmektedir. Dolayısıyla Zât makamını zevk eden, diğer bir deyişle fenâfillah bilincine ulaşan, velayet yoluyla nübüvvetin devam ettiğini de görür ki mürşidinin maneviyatındaki kimliğini de yavaş yavaş anlamaya başlar.

Allah, Hz. Adem’i yaratıyor, ondan sonra da diyor ki bütün meleklere: “Onda benden bir parça var, secde edin ona![2]” Bir tanesi secde etmiyor ve diyor ki: “Onu topraktan yarattın, beni ateşten yarattın. Ben daha üstünüm![3]” İşte bu yaratılış hâlâ devam ediyor. Şu anda da Âdem var ve ona secde var. O Âdem’i bulup, secde ettiniz, ettiniz. Etmediniz mi işte o secde ettirmeyen “Ben daha üstünüm, beni ateşten yarattın!” diye söyleyen; o şeytan, cüzî aklınızdır! Âdem şu anda da var hem de belgeli (hüccetli). Aynı şekilde yaratılış devam ediyor; bunlar milyarlarca yıl önce oldu da Allah göklere çekildi diye bir şey yok! Kim ki Âdem’i buldu, geldi secde etti, etti. Secde etmedi ise kendi cüzî aklına göre hareket ediyor demektir.

Göklerde bir yerlerde Allah var ve siz de bu kayıtlı dine inanıyorsunuz diyelim. İşte bu, dine ve kendinize yapabileceğiniz en büyük zulümdür. Bu şekilde Allah’a cahil oluyorsunuz ki kendinize de zalim olmuş oluyorsunuz. Bu durumda ateşten kurtulabilmenin imkân ve ihtimali yok. Kurtulmanın tek yolu: Hüccetli bir Melâmî insan-ı kâmili bulup, ona biat etmek ve o biatın da imana dönüşmesi; yani AŞK!

[1] Bakara 170

[2] Hicr 29-33, Tâhâ 116, Bakara 34

[3] Sâd 76, Hicr 33