Ümit Bulut Efendi Makaleleri

AKLIN MAVERASI

Allah’ın velileri, “Aklın verası, maverasını anlayamaz!” derler. Aklın verası, aklın ön tarafı; maverası da arka tarafıdır. Cüzî aklın aşamaları var: Akl-ı maaş, akl-ı miyadakl-ı küll. Akl-ı maaş; aklın ön tarafı, yani verası ile ilgilidir. Akl-ı maaş; evin kirası, elektrik parası, su parası, kazandığın maaşla ay sonunu getirme vb ile ilgilidir. Akl-ı maaş, tabiat mertebesindeki insanlarda olur; onlar sadece ay sonunu getirmek için yaşarlar, akıllarını sadece bunun için kullanırlar. Akl-ı maaşla yaşayanlar asla karşı tarafı dinlemezler; mesela başım ağrıyor dersiniz, o bütün hastalıklarını sayıverir size ya da hep üçüncü şahısları anlatırlar. Akl-ı maaş için “tabiat mertebesi” derken eleştirmek adına değil, tanımlama adına söylüyoruz. Bu tip insanlar, insan-ı kâmili işitmeyi bırakın öyle birisinin var olabileceğini bile akıllarının ucundan geçiremez.

Zahir anlamda öldüğünüzde biten bir akıl var: Akl-ı miyad. Miyad; zamanlı, süreli demektir. Akl-ı miyad, bugün hiç ölmeyecekmiş gibi çalışır, yarın ölecekmiş gibi ibadet eder. İşte onlar da sofu, cami ehli diye bildiklerimizdir. Eğer bu tariflere bakarsanız öyle milyarlarca insan yok aslında. Sadece bu iki tip insanla karşılaşırız. İşte bu iki akıl, aklın verası, yani ön tarafıdır.  Aklın arka tarafına geçmek, maverasına geçmek ise başka bir şey. Dünya’da yaklaşık sekiz milyar insan yaşıyor. Bu aklın arkasına geçebilecek olan sayı ise sınırlı: Sadece 124 binle 224 bin arasında; o kadar az. Yani aklın maverasına geçen o kadar yüksek bir bilinçten bahsediyoruz.

Aklın ötesi, arka tarafı yani maverası; sözün bittiği, tasavvur dahi edilemeyecek bir yerdir. O aklın maverasına geçişi anlatabilmek; fenâfillâh olmayı anlatabilmek adına söz var. Herhangi bir teşbih yeterli değil anlatmaya, herhangi bir tenzih de yeterli değil. Allah’ın yüzünü seyretmeyi, tasavvur dahi edilemeyecek bir şeyi, sözün bittiği yeri sözle anlatmak, ilmen anlatmak imkânsız. Ama yaşamaya gelince, süphana gelince, yaşatmaya gelince orası  insan-ı kamilde, bizde! Kim ki insan-ı kâmile rapt oldu, kim ki insan-ı kâmile iman etti tasavvur dahi edilemeyecek, sözle dahi anlatılamayacak yeri yaşamak mümkün. İlmen anlatmak mümkün değil, ama rapt olup, iman ederseniz yaşamanız mümkün. Ancak hüccetli bir Melâmî insan-ı kâmili o yaşamayı verir. Yaşamak için de bir tek yol var: Rapt olmak, iman etmek ve ölmek!

Aklın maverasına geçmenin yolu, hüccetli bir Melâmî insan-ı kâmili bulmak ve ona biat etmek, rapt olmaktır. Hatta bu da yetmez; iman etmek gerekir ki iman da aşk demektir. Aşk olmadan, aklın maverasına geçmek mümkün değil. Dolayısıyla bu seyr-i sulûk başladığı zaman insanın dini, imanı, her şeyi aşktır; Allah aşkıdır. Ancak o aşk, sizi hayrete düşürür.

Düşmeye gör hayrete,

Eser kalmaz ahlâk-ı hayvandan!

Düşmeye gör hayrete,

Zerre kalmaz masivadan!

Düşmeye gör…

Düşmeye gör…

Düşmeye gör….

Aşk… Aşk ateşi…Allah aşkı… En güzel temizleyici. İşte Allah aşkı ile hayrete düştünüz mü bütün hayvan ahlâkları orada silinip, gider. Masivayı da yani, Allah’tan başka ne biliyorsanız onları da alıp götürür o aşk. O aşk ki zerre komaz o aşka düşende.

Allah aşkı ile hayrete düşen, o düştüğü yerden kalkınca sadece “semme vechullah”ı, “nereye baksa Allah’ın bir yüzünü” görür; başka hiçbir şeyi göremez. Hayrete düşüp, semme vechullah’ı seyreden bir şey diyemez, nutku tutulur; söyleyecek bir şey bulamaz, tarif dahi edemez. Bu aşk, öyle bir futbol takımına ya da karşı cinse duyulan aşk gibi değildir. En güzel âşık olunacak, Ahmed’tir. Siz, Ahmed’e âşık olun. Zaten bu aşk Ahmed’e götürür, başka bir yere götürmez!

Melâmîlik, Allah’ın velilerinin dediği gibi çelik çomak oyunu değil, ciddi bir iş. “Anladım!” dediğiniz yer, Melâmîlik değil; “Bildim!” dediğiniz yer de değil. İşte o yüzden Allah’ın velileri, “Tatmayan, bilmez” der. Çünkü sözle tarif edilemeyecek, sözün bittiği yer; yani aklın verası değil, maverası!