Akıl sorgular; onun işi o. Efal makamında, Sıfat makamında açık açık hiç durmadan kendinize yükleneceksiniz; açık açık. Efal makamında, Sıfat makamında akıl der ki: O ona öyle yapıyordu da; buna böyle yapıyordu da; bu böyle olur mu da; bunları ben hak ediyor muyum da… Devamlı. Zat makamında sesi kesilecek o aklın. O makamları zevk etsen de sesi kesilecek; zevk etmesen de sesi kesilecek. Bak orada çok önemli bir püf noktası var: Zevk etsen de etmesen de akıl susacak orada. Sonra beka makamlarında baktı ki zevk etmedin; içten içe kemirmeye başlayacak. Dönüşüyor orada akıl, beka makamlarında. Zat makamında gerçekten sustu mu artık ondan sonra küllî akıl devreye giriyor. Şimdi Efal makamında, Sıfat makamında açık açık hiç saklanmadan devamlı sorgulayacak. Ayşe bunu yaptı; Ahmet bunu yaptı; ben bunu hak ettim mi; o öyle yaptı, bu böyle yaptı… Devamlı sorgulayacak. Halbûki o başına gelen her şeyde, o tecellide, Allah’ın izni olmadan yaprak bile düşmez. (Enam 59) Bir kere her ne oluyorsa Allah’ın izniyle oluyor. Onda senin için bir hayır var, her ne oluyorsa. Ama işte o hayrı insana yaşatmamak için, o hayra ulaşmaman için akıl devamlı seni fiştekler, devamlı, ama hiç durmadan; uyutmaz. Gece uykun kaçar o düşünceyle. İşte o zaman patlarsın. Ya gidersin o fişteklediğine bağırıp çağırırsın, konuşursun ya da o aklı uyuşturmaya çalışırsın bir şekilde; uyuşturmaya çalışırsın, uyumaya çalışırsın, uyku hapı alırsın; olmadı ne biliyorsan bir şekilde uyuşturmaya çalışırsın. Durmaz çünkü o, durmaz. O uyumuyor; yemek istemiyor; yorulmuyor; o durmaz asla hiç durmaz. O yüzden her sohbette ben elimi uzatıyorum hepinize avucumu açıp: Aklınızı istiyorum, diyorum. Ama işte ne ben istememle alabilirim ne de sizin istemenizle verilir. O da ayrı bir nokta. Ama biz işimizi yapıyoruz hep beraber, bunun nasıl çalıştığını söylüyoruz. Akıl, Zat makamında susuyor. Susuyor, ama bekliyor. Cem makamı telkin edildi mi -gitmediyse o cüz’î akıl- başlıyor: Sen, veli oldun, oldun sen, sen iyisin, diyor. İçten içten o da dönüşüyor. Akıldan kurtulmak için gelip, insan-ı kâmile biat ediyorsun; sohbetlerine geliyorsun. O sohbetlerde onun sözlerinin haricinde ondan çıkan feyz var. Feyz seni kapsıyor, kapsadığı zaman Efal dersinde aşka dönüşüyor; aşka dönüştü mü o aşk işte aklını alıyor. O Allah aşkı, en güçlü temizleyici. Kocana, karına nasıl aşık olduysan, oğlunu kızını nasıl seviyorsan, torununu nasıl büyük bir aşkla seviyorsan bu Allah aşkı da öyle ayni O aşkla aynı. O insan-ı kâmile bağlanıyorsun, ancak insan-ı kâmil aşkla aklını alabiliyor. Allah’ın velileri, ‘bizim hayatımız mematımız, dinimiz imanımız aşk’, diyorlar. Çünkü o aşk olmadan, dönüşüm olmuyor. İşte mümkün mertebe bu sohbetlere geliyorsun, insan-ı kâmile geliyorsun öyle oluyor. Başka türlü kurtulmanın imkân ve ihtimali yok. Yok. Ben de böyle kurtuldum. Bunun cinsiyeti de yok. Benim Sıfat makamında, elim ayağıma dolaşıyordu mürşidimi göreceğim diye. Haftada iki gün değil, ben her gün görmek için neler yapıyordum. Öyle oldu mu, bu akıl gidiyor. Aşkla gidiyor. Yoksa olmuyor işte. Allah Allah Allah La Faile İllallah diyeceğiz. Çünkü buradan muhakkak bir şey çıkacak. Ya Allah diyeceksin ya da nefs çıkacak. Bir şey çıkacak, çıkmadan yaşamına devam edemezsin. Bir şey çıkacak. Ya Allah çıkacak ya kızgınlık çıkacak ya kıskançlık çıkacak ya hiddet çıkacak ya dedikodu çıkacak. Bir şey çıkacak senden. Yapacağımız şey, işte devamlı Allah demek. Yok, başka kurtuluş yok. Kurtulanlar, olanlar hep böyle oldu.
İnsan, ademin kemâlâtıdır. Kemâlât; insan. O kemâlâtın tecelli ettiği tecelligâhta zuhur ettiğinde, o tecelligâhla işte birleştiğinde, insan. O kemâlâta ulaşabilmenin yolu; fiilde faal olanı zevk edip, aşka düşmek.
Aşk… Önemli olan aşkı ıskalamamak. Cüz’î aşk var, ilahi aşk var, ruhani aşk var. Neydi ruhani aşk, ilahi aşk? Bak, bu aşklar nereden doğuyor? Onları inceleyelim, bir bakalım. Ondan sonra daha iyi yakalamaya çalışacağız.
Cüz’î aşkın doğum yeri, mülkiyettir. Cüz’î aşk, mülkiyetten doğar. Nasıl oluyor bu? İşini seviyorsun, parayı seviyorsun, evini seviyorsun, arabayı seviyorsun… Bak cüzün doğduğu yere iyi bakın, mülkiyetten doğar. İş, kariyer, prestij mülkiyetten doğar hep. Biraz daha ileri gidelim. Adam karısından boşanıyor, kadın başka bir erkekle evlenmeye kalkıyor, adam gidip bıçaklıyor. Mülkiyete bakın. Adam o kadını sahipleniyor; benim, diyor. Aşk mı bu ya? Bak, doğduğu yere bak. Okuyorsunuz gazetelerde, televizyonlarda; boşanmış kadın tekrar evleniyor, adam gidiyor, bıçaklıyor. Sen başkasının olamazsın, diyor; babasının tapulu malı çünkü. Sonuç olarak cüz’î aşk mülkiyetten doğar.
Gelelim ruhani aşka. Ruhani aşk ne? Sabahlara kadar namaz. Tespih elde, sayılı zikir. Bu nereden doğuyor biliyor musunuz arkadaşlar? Ruhani aşk, korkudan doğuyor. Ya cennete gidememe ya da cehenneme gitme korkusundan doğuyor. Korkudan doğuyor.
İlahi aşk, insan-ı kâmilden doğar. O doğuş, Hazret-ül Cem makamında olur. Sâlik, Hazret-ül Cem makamında insan-ı kâmilden doğuyor, diyoruz.
Mülkiyeti, mülkiyetten doğan aşkı, aklı maaş yönetir. Değil mi? Ev kirası bu kadar, elektrik faturası bu kadar, su faturası bu kadar, pazar bu kadar… Aklı maaş, bak mülkiyet hepsi. Evin kirası, işte elektrik faturası, su parası, karnını doyurma… Aklı maaş yönetir bunları. Aklın en alt kısmı yönetir.
O korkudan doğan ruhani aşkı, aklı miat yönetir. Miat işte zamanlı, zamanı geldiğinde bitecek. El Fatiha er kişi niyetine, bitti.
Akl-ı küll bitmez. Ölen, hayvan. O insan, yani ademin kemâlâtı burada oluşuyor işte. Bitmez. İşte bak bu kadar açık, çok basit cümlelerle anlatıyorum işte. Şimdi yaşarken kaçış yok, anlayana. Şimdi bu söylediklerimi algılayan adamın bir yere kaçma şansı var mı ya? İyi düşünün cüz’î aşk, mülkiyetten doğar. Bir maddeyi seviyorsanız o aşk, cüz’î, arkadaşlar, aşk maşk değil o, menfaat. Menfaat ya. Ya umduğundan ya korktuğundan… Mülkiyetten doğuyor. O mülkiyetten doğan aşkta haset var, kıskançlık var, şehvet var, ben bilirim var, hepsi var.
Bak bizim ne şeklimiz var ne de buharlaşmış, mevhum bir Allahımız. Allah Allah nasıl olacak şimdi bu iş? Melâmî ikisi de değil. Melâmî’nin ne şekli vardır, ne de mevhumu vardır: Mevcut, mevcut. Nerede, ne mevcut? Kemâlât, mevcut olan. Kemâlâtın şekli olmaz. Ben fiziksel olarak benzemeyebilirim Davud Yılmaz (k.s.) Hazretleri’ne. Davud Yılmaz (k.s.) Hazretleri, Seyyid Muhammed Nur-ül Arabî Hazretleri’ne fiziksel olarak benzemeyebilir; ama kemâlât, bir. Bunun şekli olmaz. O cüz’î aşk ve aklı maaş, o ruhani aşk ve aklı miat şekle ve mevhuma kadar götürür. İkisi de olmaz Melâmî’de. Sadece ve sadece kemâlât olur. O yüzden de Mevlana Hazretleri buraya ulaştığı için, bunu yakaladığı için “İnsan bir gözdür, bir görüştür, bir bilinçtir” demiştir. Cem makamı bu. “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” demiştir birer cümle ile. Hazret-ül Cem makamı bu.
Bir şeyi seviyorsanız sevdiğiniz şeye bakın. Ve o seviş şeklinin ne olduğunu kendiniz tahlil edin. Efal makamındaki arkadaşım bile tahlil edebilir. Sevdiğin mülkiyetse işte karşılığı. İbadet, cennet, cehennemse işte karşılığı. Bensem, aklınızı istiyorum. Zaten işe yaramaz onlar. Biri evin kirasını, elektrik faturasını, su faturasını ödemeye yarar. Öbürü de ölünce bitecek; miatlı, zamanlı, zaten işe yaramıyor. Kemâlât böyle oluşuyor.
İlahide ne diyor: “Sümmedena ayetiyle hak vücudunu giydi gönül. Feeynema semme vechullah her yüzden seyroldu gönül.” O, gözdür; görüştür, bilinçtir dedik ya… Allah vücudundan vücut giydiriyor dedik ya… Cem makamında bekaya geçiyoruz ya… Orada ne diyor: Sümmedena ayetiyle, diyor; sümmedena ayetiyle bu vücut giyiliyor. Arkadaşlar, bu ayet zuhur etmezse zuhur etmediği tecelligâhta ‘kral çıplak’. Siz anlayın artık. Ben makamı veririm. Makamı size tebliğ ederiz, ama inanın kral çıplak bu ayet zuhur etmeden. Hani var ya bir masal, hayali elbiseler yapıyorlar krala. Bir tane çocuk çıkıyor, bu kral çıplak, diyor. Bu ayet zuhur etmezse kral çıplak. Tefekkür edin. Bizim ne şeklimiz var ne mevhumumuz. Tefekkür edin, tefekkür edin… İşte ayette devam ediyor: “Sümmedenna fetedella fekane kabakavseyn ev edna…” ayet devam ediyor. Ee sümmedena zuhur etmeden Cem makamı geldi teberrüken, diğerlerinin hepsinde kral yine çıplak.
Bu aşkların biri mülkiyetten doğuyor, biri korkudan doğuyor, biri de insan-ı kâmilden, muhabbetten doğuyor. Herkes kendindeki doğuşa baksın. Nerelerde olduğuna baksın. Bakın yani. Bulunduğu yeri tahlil eden salik bir üste çıkar. Ama cesur olun kendinizi tahlil ederken, korkmadan, evet, deyin; ya ben mülkiyetten doğanlayım. Hop üsttesin dediğin an, korkmayın ya cesur olun. Tahlil edin, tefekkür edin. Zaten bu tahlil ve tefekkür yaşamı getirecektir. Sonsuz yaşamı, ab-ı hayatı getirecek size. Bu iki tane aşktan kurtulduğunuz an “mutu kable ente mutu” hadisi sizde zuhur eder. Ölürsünüz yani. “Küllü men aleyha fan ve yebka vechi zül celali vel ikram” ayeti (Rahman 26,27) sizde zuhur eder. Kurtulduğunuz an bu iki tanesinden. O zaman işte beni anda yakalarsınız orada. Daim zikir o makamda, Hazret-ül Cem makamında, o daimi zikir orada başlar işte. İbadet orada başlar işte. Bunlardan kurtulmadan -sevgi değil onlar, anlatmak için söylüyorum-, o iki sevgi doğuşundan ve o sevgiyi yöneten aklın mertebelerinden kurtulmadan, temizlenmiş olmanız sözkonusu değil. Diyor ya Kur’an: “Kirli ellerinizle bana dokunmayın.” Kir diye kastettiği, bunlar. Bunu temizleyecek olan da insan-ı kâmildir. Eyvah, kızım ince giyindi çıkarken, mülkiyet. Evini, bir deprem olur, alır; arabanı, bir kaza yapar, alır; paranı, iflas ettirir, alır. Bunları insan-ı kâmil alır, başka kimse alamaz. Çünkü öbür alışlarda, depremle alışlarda, iflas edişle paranı alışlarda, kazada arabanı alışlarda hep yeniden kazanma başlar. Ben yeniden bunu koyarım yerine, başlar. Ama insan-ı kâmil aldığı zaman, ona aklınızı verdiğiniz zaman dönüşüm insana, geriye dönüşüm yok; insana dönüşümü var. Öbürlerinde deprem oldu, ev yıkıldı ya mücadele başlar. Bu bizim sınavımız. Ee? Haydi yenisini yapalım. Bak yine geriye dönüyorsun, dünyaya dönüyorsun. Ama insan-ı kâmile verirseniz, insan-ı kâmile vermek demek, bu makamları hayatınıza geçirmek demek, zevk etmek demek. Ben kimsenin bir şeyini istemiyorum, bu vücutta bir şey istemiyorum ya, o makamlarla zevk ettiğiniz zaman, o zaman dönüşüm insana. O kemâlât öyle oluşacak yani. Yoksa karışık kemâlât olur. Celalle cemali arada böyle karıştırırsınız, birleyemezsiniz onu; kemâlât olmaz. Daha çok cemale takılırsınız. Hani anlatıyoruz ya hep didişmeyin diyoruz ya, fiilde faal olanla didişmeyin. Yoksa size sırrını vermez.
Baktığım zaman -adam seviyor ya- onu mülkiyetten mi doğuyor, korkudan mı doğuyor, insan-ı kâmilden mi görüyorum, gördüklerimi anlatıyorum size. Ben prensipleri anlatıyorum. Çünkü Kur’an, prensipler kitabıdır. Ben de prensipleri veriyorum, Furkan da işte onun ikiz kardeşidir, anlatıyorum. Beni tek ilgilendiren şey, sizin insana dönüşmeniz. Gerisi benim için teferruat. Böyle anlatmak kolay da seyretmek çok zor.
O kemâlâtı yakalayamadık mı ezbere kaçarız. Ya burada kemâlât olur ya ezber olur ha. Ezber; işte öyle dedi, böyle dedi, tevatüre göre… Melâmî’nin tevatürü mü olur ya? Anı yaşayan adamın tevatürü olur mu? Ezbere kaçar işte, ezber ne? İşte öyle dedi, böyle böyle yapardı, ben yanındaydım şöyle dedi. Hepsi doğuştur, hepsi doğrudur, ama şu anda değildir, şu anın doğuşu değildir.
Ahırda kaç çeşit eşek var? Nasıl anırırlar? Onları anlattık. Değil mi? Hani diyor ya Hoca: Bana mı inanıyorsun ahırdaki eşeğin sesine mi? Biz biraz önce ahırdaki eşeklerin kaç cins olduğunu, kaç çeşit olduğunu anlattık. Daha da marifetleri var. Beka makamlarında çıkıyor. Bu eşekler, insan taklidi de yapıyorlar, insan sesi de çıkartıyorlar. Bunların kaç çeşit olduğunu anlattık işte.
Kendinizi yakalayın. Aslında yakaladığınız makamınız olacak, kendiniz değil. Kendinizi yakalamayacaksınız, makamınızı yakalayacaksınız. Yakalayın.
Cüz’î aşk mülkiyetten doğar, dedik. Ruhani aşk korkudan doğar, dedik. İlahi aşk da insan-ı kâmilden. O mülkiyetten doğan aşkı aklı maaş yönetiyor, dedik. İşte evini seviyorsun, arabanı seviyorsun, ceketini seviyorsun… Adamın bir ceketi vardır, kravatı vardır; bırakmaz adam. Elektrik süpürgesi vardır; tamir ettirir, bırakmaz onu. İşte bu mülkiyetten doğuyor. Cüz’î aşk bu. Bu, dedik mülkiyetten doğar. Bunu da aklı maaş yönetir; işte ev kirası, elektrik faturası, market alışverişi, şu hesabı… Etrafınıza bakın insanların yüzde sekseni böyle yaşarlar, bu hesaplarla yaşarlar yani.
Bundan sonra ruhani aşk dedik, o da korkudan doğar, dedik. Ya cennete gidememe ya da cehenneme gitme korkusundan. Onu da aklı miat yönetir, dedik. Aklı miat da işte mezara girdin, bitiyor. Onlar da ne yapıyor? İşte atar seccadeyi sabahlara kadar namaz; hiç ölmeyecek gibi çalışırlar, yarın ölecekmiş gibi de dua ederler.
Ondan sonra dedik, bir de ilahi aşk var; o da insan-ı kâmilden doğar işte. Bunun salikteki doğuşu da Hazret-ül Cem makamıdır. Ondan artık sevgi doğar. Sevmez bak. Sevmek başka, sevginin doğması başka bir şey. Bak, insan-ı kâmil kimseyi sevmez. Bak, sevmek ikilik. Ondan sevgi doğar. Nasıl? İşte sizi sever. Kendi vücudu gibi işte. Tırnağı kesiyorsunuz ya, tırnağa dokunduğunda mesele yok; etine dokunduğunda canın yanar, öyle yani.
Bak nasıl bir boyut yükselişi var, bunları tefekkür edin. Anda yaşarken bunları yakalamaya çalışın. Biz neden diyoruz? Adam işte Hazret makamındaysa, beni görüyorsa mesele yok. İşte bunu anlatmaya çalışıyoruz. Anlatmaya çalıştığımız şey bu. O kemâlâtı, o bilinci, o görüşü anlatmaya çalışıyoruz. Yoksa Ümit Bulut’un yüzünü ezberlemekten bahseden yok burada. Yüzü ne kadar ezberleyebileceksin? Yirmi yılda bir de değişiyor zaten. Neyini ezberleyeceksin? Ne dedik? Melâmî’nin ne şekli vardır, ne mevhumu. Sadece mevcudu vardır. Mevcut ne? O kemâlâtı nerede görüyorsan mevcut olan, o. Zaten şekiller gidiyor, toprak oluyor; gidiyor, ölüyor, gidiyor işte. Zaten yirmi yılda bir de insan değişir. Buradaki şekil bile durmaz. Yirmi yaşında, kırk yaşında, altmış yaşında, seksen yaşında değişir hep. Şekille işimiz yok. İşimiz o bilinçle. Ölmeyen, işte insan olan, o.
Melâmî ya Allah’tır ya Muhammet’tir, diyoruz ya işte o bilince ulaşmış olandır, o kemâlâta ulaşmış olandır. Yoksa ya Allah’tır ya Muhammet’tir; göklere uçtun kanatlandın, değil. Ayağımızı yere sağlam basalım, uçmayalım. Ama bizi gerçekten uçuracak olan da o kemâlât. Bizi buradan alıp götürecek olan da o kemâlât işte. Bu dünya alev topuna döndüğünde genel kıyamette de bizi buradan alıp götürecek olan -anlatmak adına söylüyorum- yine o kemâlât. Ama biz ayağımızı yere sağlam basalım. Bizim yerimiz ne? La Faile İllallah: Her Fiilde Faal Allah. Bizim sağlam basmamız ne? Bak, Her Fiilde Faal Allah. Yerimiz yurdumuz yok yani. Her Fiilde Faal Allah. O yerimiz, sağlam; o Efal makamına işte ne diyorlar, Kaf Dağını aşmak, diye nitelendiriyor ya Allah’ın velileri. İşte sağlam, Efal orası. Sonra diyoruz ki, bu mevsuflarda faal olan Allah. La Mevsufe İllallah. Benim gözümde, hayatımda, ilmimde faal olan -bak o kadar kolay değil, bak içine girince-… İçine girince anlatmakla bile çıkamıyoruz yani. Yoksa şurada otur, kırk beş, elli dakika Efal’den Cemm-ül Cem’e kadar makamları anlatıver her sohbette, anlatalım; zaten ellinci sohbette herkes -zaten burada bilmeyen yok- makamları bilir. Pekiyi nasıl yaşayacağız bunları? Bakın kusursuz bir dönüş var, biz görmüyoruz. Kusursuz. Ben o dönüşü size anlatmaya çalışıyorum. O dönüşe bir yakalansanız; -zülfüne yakalananlar, diyor bir ilahisinde Davud Yılmaz (k.s.) Hazretleri- tadından yenmez. Hiçbir şey aramazsın başka. Beni bir ağacın altına bırakın, altı ay sonra gelin alın beni oradan. Benim şaka yapmadığımı en yakınımdan o bilir. Beni bırakın bir ağacın altına, altı ay sonra bıraktığınız gibi ben orada dururum. Ne canım sıkılır, ne şunu ararım, ne bunu yaparım. Ya acayip bir şey o seyir, o dönüşe katıldığın zaman var ya o çok güzel bir şey, çok zevkli bir iş. Ben orada ağaçla konuşurum, çiçekle konuşurum, toprakla konuşurum, topraktan çıkan solucanla konuşurum, sohbet ederim ben onlarla hep. Ortada Allah’tan başka bir şey yok. Bıraksanız altı ay sonra koyduğunuz yerden alır beni götürürsünüz. Bilmiyor muydunuz yirmi dört saat Davud Yılmaz (k.s.) Hazretleri’nin ne yaptığını? Biliyordunuz. Böyle işte. O koyduğun yerden alırsın, o demek yani. Ne yapacak adam yani? Sen şimdi gördün bizim günümüzü, şimdi de devam edeceğiz seninle otobüse bindirinceye kadar, ondan sonra sen otobüste yatacaksın, biz de gidip yatacağız, işte o. Burada anlatmak istediğim, onu yakaladığın zaman yani bittin işte. Diyorum ya bunu ilmen anlatmakta acizim diye. Burayı ilmen anlatmakta acizim. Bunu yakalayan kendince, haline göre, karınca kararınca yakalayacak işte. Bu seyri kolaylaştırıyor size Allah. Nasıl kolaylaştırıyor? O seyri burada ilk önce yakalatarak kolaylaştırıyor. Burada. Burada yakalayamazsan eğer dışarıda yakalayamazsın.
Kestirim, bu kadar çok konuşmaya gerek yok işte. La Faile İllallah, makamınla dost ol; La Mevsufe İllallah, makamın; La Mevcude İllallah, gittin. Bak, Allahu ekber dedin, dünyayı attın geriye, işte bitti. Namaza durmaya hazırlanıyorsun, Hazret’e geliyorsun yani. Cem’e geldin, nereye baksan Allah’ın bir yüzü. Hazret’te daim namazdasın.
Bu vücut çerçeve. Ama önemli. Kemalâtın zuhur ettiği yer önemli. Yani peygamberler hem peygamberdir hem velidir. Velilik yönleri, peygamberlik yönlerinden daha üstündür. Bakın veliler peygamberden üstündür demiyorum. Her söylediğimde şerh düşüyorum. Peygamberlerin velilik yönleri, peygamberliklerinden üstündür. Peygamberimiz (a.s) diyor ki beni bundan sonra arayacaksan velilerin gönlünde ara diyor. Yani o kemalâtın zuhur ettiği yerde, velayet yoluyla peygamberliğin devam ettiğini anlatıyor. Kemalât o. Adem’in kemalatının insan olması bu.
Samimi olacağız makamlarımızla. Samimi olursak bu iş olacak. Zaten hepiniz olmaya çalışıyorsunuz. Samimi olacağız. Başına her ne geliyorsa Allah’ın izniyle geliyor. Başına gelenlerden hoşnutsuz olman demek, Allah’tan hoşnutsuz olman demek. Eh iman etmek kolay bir şey değil, yavaş yavaş. Yani bu aklı bırakmak öyle çok kolay bir şey değil.
Copyright © 2025 | All Rights Reserved.